Adalet ve ona bağlı olarak rekabet şartları oluşturulmazsa, Türk futbolunun milim ileri gideceği yoktur. Belki ara sıra serada yetiştirilen bir grup futbolcuyla yalancı baharlar yaşanır ama arkası gelmez.
Bütün müsabaka sporlarını cazip kılan, sonucun baştan belli olmamasıdır. Bu baştan belli olmama hâli o kadar önemlidir ki, sürprizlere açık olan branşlar, sürprizlerin pek yaşanmadığı branşlara göre çok daha fazla sevilir ve izlenir. Bu sevilme ve izlenme oranı, büyük bir rantı da beraberinde getirmiştir/getirmektedir doğal olarak. Bu rantın içinde legal olanı var olmayanı var. Legal olana lafımız yok, ancak olmayanla çok işimiz var.
Sporda legal olmayan rant, müsabakanın sonucunun baştan belirlenmeye çalışılması ve bu durumun bazı kimseler tarafından bilinmesiyle oluşur. En gözde araçlar da şike ve dopingdir. Eğer müsabakanın sonucu önceden belliyse ve kitlelerde buna dair bir inanç oluşursa, o spor dalı bütün cazibesini kaybeder, cazibesi gidince de önce ilgi azalır, tabii olarak da rant arkasından yetişir.
Futbolda ileri düzeyde bulunan ülkeler bu tehlikeyi fark etmişler, eder etmez de sert ve ciddi tedbirler almışlar, suçlu kişi ve kurumun kim olduğuna bakmadan tespit edilen suçlara ağır cezalar vermişlerdir. Bizde durum ne yazık ki biraz farklıdır. Şike ve doping bizim toplumda o kadar da büyük bir suç olarak görülmemekte, tabir yerindeyse kim ne yapıyorsa yanına kâr kalmaktadır. Bir önceki paragrafın sonunda yaptığımız âcizane tespit kolay kolay kimsenin aklına dahi gelmemektedir.
Fakat kafatasının içinde şu kadarcık bir beyin taşıyan insan dahi fark etmez mi Türkiye’de statların Avrupa’ya göre bomboş olduğunu? Kimse sormaz mı “Süper (?) Lig maddi açıdan Avrupa’nın 5. büyük ligi de; ülke futbolu neden boyuna geri gidiyor” diye? Ne fark eder ne de sorar. Çünkü bizim toplumun zihni muhtelif tarihi ve sosyo-psikolojik nedenlerden ötürü “kazan da nasıl kazanırsan kazan” fikriyle yoğrulmuştur. “Yanlış” şekilde kazanmanın, tez zamanda ortada kazanılacak bir şey bırakmayacağı gerçeğini aklına bile getirmez.
Bunun önüne nasıl geçilir? Tabii ki kısa vadede sert ve tavizsiz cezalarla, uzun vadede ahlâki eğitimle. Kazara birileri suçüstü yakalanırsa, bu sefer başka bir zaafımız devreye girer, o da bizim af tutkumuz.
Af kuşkusuz güzel bir şeydir. İslâm’da da önemli bir yeri vardır ve Kur’an’da bolca tavsiye edilir. Yalnız bir şey unutuluverir ya da gözden kaçar: Her suç ya da kabahat affedilir mi? Sonra affedilen suç ya da kabahat tekrarlanırsa hükmü nedir?
Tarih, yerli yersiz yapılan afların pahalıya patladığı örneklerle doludur. Bunlar tecrübe ve örneklerle sabit olduğu hâlde bizim toplumun af tutkusu depreşir, suçlu(lar) affedilir, olan suçun mağdur ya da mağdurlarına olur.
Lafı biraz dolandırmışız gibi görünebilir, bağlayalım. Affetmek ve unutmak, adaletin tesisine mani oluyorsa bize göre cinayetten farksızdır. Avrupa’nın en pahalı liglerinden birine sahip olan Türk futbolunda da aynı şey geçerlidir. Adalet ve ona bağlı olarak rekabet şartları oluşturulmazsa, Türk futbolunun milim ileri gideceği yoktur. Belki ara sıra serada yetiştirilen bir grup futbolcuyla yalancı baharlar yaşanır ama arkası gelmez.
Türkiye’de yakın geçmişte bir şike soruşturma süreci yaşandı ve mahkeme karara bağladı. Şimdi üst mahkemenin nihai kararı bekleniyor ve karar bir türlü çıkmıyor. Bekleme süresi uzadıkça da toplumun çeşitli kesimlerinden “affedelim, unutalım, temiz bir başlangıç yapalım” gibi mırıltılar yükseliyor. Belki de gerçekten öyle olacak. Ama olursa Türk futbolu yerinde bile saymayacak, bu gidişle berhava olacak. Komik geldiyse geçmişe bakın da olmaz denilen nice şeylerin bal gibi olduğunu görün bir zahmet.