
Anlamı yakalamalı, hakikate ulaşmak için her zerrede mündemiç olan mânâyı aramalıyız. Hiç değilse, kariyer basamaklarımızın en üstüne “Allah dostu olmayı” yerleştirmeliyiz.
Hayatın sırrına ermenin ve huzuru bulmanın, yüzlerce kitabı yutmakla mümkün olabileceğini sandım yıllarca… Ansiklopediler karıştırdım kendimce, onlarca kitap okudum, düşünce egzersizleri yaptım. Çıkacağım fikir müsabakalarına kendimi hazırladım ve sonra sabahlara kadar süren tartışmalara giriştim, farklı dünyaların insanlarıyla... Açık oturum programlarını ve köşe yazılarını itinayla takip ettim, o konferans senin bu seminer benim koşturdum durdum elimden geldiğince. Gündelik yaşantılarım ruhumu acıttıkça, kaçtım gerçek hayattan ve kütüphanelere saklandım. Bilgiye tutundum, teoriye sarıldım, idealar dünyasına taşındım.
Hatta öyle ki, elime ne geçtiyse okudum bir dönem; ne de olsa her şeyi bilmeli, bütün kitapları yutmalıydım. Hayatı şifre sandım, okudukça ve bildikçe çözüleceğini vehmettim. Haliyle zaman zaman zihnimi bulandıran abur cubur okumalarım da oluyordu.
Ve sonra… Gücüm yettiğince kalem oynatmaya başladım zamanla. Kırk yaşındaki insanlar gibi düşünce yazıları yazıyordum. Yüz yüze tanıştığım insanlar şaşırıyor; “O düşünce yazılarını yazan bu kaprili ufaklık mı?” diye düşünüyorlardı.
Bunları niye anlatıyorum? Geçmişimle kafa kafaya çarpışmakta olduğum için mi? Hayır! İnsanın zaafları, doğru yöne kanalize edilebilirse üstünlüklerine dönüşebilir çünkü. İnternet siteleri ve çeşitli dergilerde başlayan çalkantılı yazma serüvenim ve öncesindeki patolojik bilgi depolama sürecim belki bana çok farklı kapılar açtı. Genç Dergi gibi güzel bir ailenin ferdi olmama, Süleyman abimin yüreğiyle tanışmama vesile oldu meselâ… Genç’i temsilen katıldığım platformlarda yazarlarla, Türkiye entelektüelleriyle görüşme imkânı edinmemi sağladı. Anadolu’dan bakınca ulaşılmaz görülen Bab-ı Âli’ye, tüm hücrelerimle sarılma şansım vardı artık. Fakat bu fırsatların artmasıyla doğru orantılı olarak, benim için bu gidişatın önemi azalmaya başladı. Zira artık belli bir yolda ilerliyor, fikirseldüşünsel- entel çabalarla uğraşıyordum ama bir türlü aradığım huzuru bulamıyordum. Sanırım hep yanlış kavşaklardan içeri girmiş, hakikate hangi yoldan gidilir hiç araştırmamıştım.
O güne kadar sadece zihnimi doyurmaya çalışmış ve kalbimi epey ihmal etmiştim. Gördüğüm ve yaşadığım olaylara dümdüz bakıyor, karşıma çıkan durumlara bodoslama dalıyordum. Kötülüğe maruz kaldığımda reflektif ve ilkel tepkiler veriyor, fizyolojimin emrettiği doğrultuda yönlendiğimi fark ediyordum. Cilt cilt İslâm toplumu kitapları okuyor ama insanların arasına fitne sokmanın en önemli aracı olan gıybetin tadı damağımda kalıyordu her seferinde… Tamam, okumak boş iş değildi, düşünmek zaman kaybı olamazdı ama bunlar tek başına insana yetmiyordu. Hatta hiçbir anlam ifade etmiyorlardı. Hem kuru kuruya okumak yetseydi, niçin ümmîlik şanlı bir şey olsundu ki? Veya yetmiş beş yaşında ve o güne kadar hiçbir entelektüel uğraşı olmamış bir ninenin yanında nasıl huzur buluyorduk meselâ?
Hâlâ soruyor, sorguluyor, düşünüyorum. Son dönemlerde özellikle mi karşıma çıkıyorlar, benim algılarım mı seçici davranıyor bilemiyorum ama: Entelektüel açıdan zirve yapmış, sosyal ve kültürel açıdan başı göğe ermiş fakat yüreğindeki acı dinmemiş, huysuz, huzursuz, mutsuz o kadar çok kimse görüyorum ki… Reçetesiz okudukça hayatın bilgisini ıskalayan, anlattıkça anlaşılmayan, düşündükçe kafası karışan insanlar biriktikçe birikiyor ve huzursuzluk yayan koca bir çöp yığınına dönüşüyorlar.
Bu formatta her yeni birisiyle karşılaştığımda daha iyi anlıyorum; kuru kuruya bilgili olmak “kalp sağlığı” açısından hiç mi hiç yararlı değil. Gönül kaynakları kurumuş, derinliği, enginliği olmadan söz söyleyen insanların, başta kendilerine yararı yok ki bize faydası dokunsun! Ayrıca amel haline getirilmemiş lâkin idealize edilen öğretilerin öğreticiliğine soyunmak, ilâhi ölçü gereği muhataplarımıza etki etmiyor.
Anlattıklarımda sen de kendini bulduysan, şimdilik bu benim için yeterli kardeşim. Çünkü bir şeyler eksik biz yeni jenerasyonun yetişmesinde, ama ne? İki dünya hayatımızı da huzurlu kılacak o tılsım her neyse; önce ona muhtaç olduğumuzu fark etmeli, sonra da arayıp bulmalıyız. Anlamı yakalamalı, hakikate ulaşmak için her zerrede mündemiç olan mânâyı aramalıyız. Hiç değilse, kariyer basamaklarımızın en üstüne “Allah dostu olmayı” yerleştirmeliyiz.
Yıllarca ‘şirke girer’ demagojisiyle uzak kaldığımız büyük insanların dizinin dibinden yer ayırtmakla işe başlayabiliriz bu hayırlı işe… Aklımızı ipotek altına aldıkları iddiasıyla bir dönemler soğuduğumuz âlimlerin eteklerine tutunabiliriz yeniden… Köpek leşindeki parlak dişi görmeyi, insanları ambalajlayıp cehenneme kargolamak yerine onlarla hemhâl olmayı deneyebiliriz. Değil mi, ne dersin?