Eğer kadınlar mahrem olmayan kişiyle hiçbir zaman konuşamayacak olsalardı, zaten tesettüre hiç gerek olmazdı ve “kalbi haramdan sakınmaya” ihtiyaç kalmazdı. Diğer yandan da son derece kapalı ve bol kıyafetler giymek hatta çarşafa girmek bile, tesettürlü olmak için tam anlamıyla yeterli olmayabilir. Tesettür, kıyafetle tamamlansa bile yalnızca kıyafete indirgenemeyecek kadar önemli bir meseledir ve yalnızca kadınların uyması gereken bir hassasiyet değildir. Erkeklerin de bakma, konuşma, düşünme ve elbise konusunda tesettüre riayet etmesi gerekir.
İnsan psikolojisi, ifrat ve tefrite yani aşırı uçlarda yaşamaya karşı dayanıksızdır. Ruhsal yönden sağlıklı olmanın en belirgin ölçütü, bireyin tutarlı ve dengeli davranışlar sergilemesidir. Rabbimiz Bakara Suresi 143. ayette “Biz sizi vasat (orta yolu tutan, dengeli, ölçülü) bir ümmet yaptık” buyurmuştur.
Birçok farklı meselede olduğu gibi, karşı cinsle konuşma ve iletişim kurma konusunda da uçlarda yaşamamamız, sağlıklı bir düşünce yapısına ve doğru davranış kalıplarına sahip olmamız gerekir.
Biz vahyi önceleyen gençlerin, sosyal ilişki kurma ile mahremiyet konusunun kesişimi olan bu meseleyi açıklığa kavuşturması önemlidir. Bu durum hakkında “netameli bir konu olduğu için aman üzerinde durmayalım” şeklinde düşünmeye devam edemeyiz. Çünkü artık görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var ki; iki uç noktada davranışlar sergileyen ve her geçen gün sayıları artan bir gençlik ortaya çıkıyor. Bir yandan, ağırlıklı olarak manevi eğitim veren okullarda okuyan ve karşı cinsteki arkadaşından silgi isterken bile çekinen ve kendini ifade etmekte güçlük çeken gençlik; diğer yandan standart müfredata sahip okullarda öğrenim gören ve karşı cins arkadaşına “şaka olarak” küfür bile edebilen bir gençlik yetişiyor. Birbirinin zıttı gibi görünen bu iki tutum ve davranış, aslında aynı zemine dayanan ve son derece hatalı olan düşünce yapılarından kaynaklanıyor.
Bir yandan Tevbe Suresi 71. ayette geçen “Kadınlar ve erkekler birbirinin velisidir, yardımcısıdır” ayetini suistimal eden, kadın-erkek arasında olması gereken mahremiyet ölçülerini ve davranış sınırlarını yok sayan yaklaşımlardan Allah’a sığınırız. Ancak diğer yandan şunu da belirtmek gerekir ki; karşı cinsle insani ve medeni bir konuşmayı bile (genellikle yanlış dini yorumlardan hareketle) yasak eden, erkeklere kızları ve kızlara erkekleri uzaydan gelmiş varlıklarmış gibi yansıtan yaklaşım son derece yanlıştır. Bu tutum, sağlıksız düşünce yapısı ve ruhsal açıdan dengesiz insan profili doğurur. Çünkü kadın için kıyafet temelli tesettürün farz kılınmış olması, erkek için ise göz kapaklarından başlayarak umut hırsızlığı yapmamaya varana kadar sosyal anlamdaki tesettürün şart koşulmuş olması; aslında kadınlar ile erkeklerin birbiriyle ölçülü ve nezaketli bir şekilde konuşabilmesi için vardır.
Eğer kadınlar mahrem olmayan kişiyle hiçbir zaman konuşamayacak olsalardı, zaten tesettüre hiç gerek olmazdı ve “kalbi haramdan sakınmaya” ihtiyaç kalmazdı. Diğer yandan da son derece kapalı ve bol kıyafetler giymek hatta çarşafa girmek bile, tesettürlü olmak için tam anlamıyla yeterli olmayabilir. Zira tesettür, kıyafetle tamamlansa bile yalnızca kıyafete indirgenemeyecek kadar önemli bir meseledir ve yalnızca kadınların uyması gereken bir hassasiyet değildir. Erkeklerin de bakma, konuşma, düşünme ve elbise konusunda tesettüre riayet etmesi gerekir.
Kadınlar ve erkekler, birbirilerinin velisidir, yardımcısıdır. İslam toplumlarında her zaman görev dağılımı yapılmıştır ve kadınlar da sosyal hayatın bir parçası olmuştur. Günümüzde de STK’lar, sosyal sorumluluk projeleri, siyasi hareketler ve bazı durumlarda ticari kurumlar, kadınlar ve erkeklerin birlikte çalışması sayesinde daha başarılı olabilir. Tek kanatla uçmak imkânsızdır. Önemli olan kadınlar ve erkeklerin arasına şerit çekmek değil, kalplerdeki hastalık belirtilerinden haberdar olmak, bu doğrultuda “rahat davranmamak” ve davranışları ya da düşünsel şemaları doğru bir şekilde inşa etmektir.
Tabii ki kadınlar ve erkekler arasında, ölçüsüz bir iletişim ve etkileşim olamaz. Hemcinse davranıldığı gibi karşı cinse davranılamaz. Bu anlamda; kadın ve erkek arasında saygı, ciddiyet ve özen temelli bir iletişim olmalıdır. Fakat kızların ve erkeklerin ayrı ortamlarda okutulması/yetiştirilmesi ya da konuşmasının/iletişim kurmalarının engellenmesi, bazı yaş dönemleri için (ergenlik dönemi-lise çağı gibi) doğru bir yaklaşım olsa bile yaşamın (ilk çocukluk dönemi veya üniversite süreci gibi) her evresine genellenmemelidir. Çünkü çocukluk ve ilkokul döneminde karşı cinsi tanımayan birey, kendi cinsel kimliğine aidiyet konusunda problemler yaşayabilmektedir. Diğer yandan yetişkinlik döneminde karşı cinsle iletişim kurmakta yetersizlik yaşayan kişiler de, yuva kurma veya doğru insanı bulma/mutlu evlilik yapma konusunda başarısız olabilmektedir.
Kadınlar ve erkeklerin konuşmasının bizatihi kendisi değil, kurulan sözlü veya sözsüz iletişimin içeriği sakıncalı olabilir. Bu konuda aksini savunan hatta çok büyük laflar eden ve marjinal davranan insanlar, bir süre sonra ya sosyal hayattan tamamen izole olmakta da ya da uyulması gereken makul sınırları bile aşarak freni patlamış araç gibi hareket etmektedir.
Kızlarla insani diyalog çerçevesinde konuşan erkekleri günahkârlıkla hatta nerdeyse küfre düşmekle suçlayan bazı gençlerin, belli bir zaman sonra karşı cinsle aramızda olması gereken fiziksel mahremiyet mesafelerini dahi çok rahat çiğnediğini hemen hepimiz görmüşüzdür.
Diğer yandan makul sınırlar içinde, tutarlı-dengeli-ölçülü ve cıvımadan karşı cinsle diyalog kuran kişilerin ruhsal olarak daha istikrarlı olduğunu biliyoruz. Bu nedenle zinhar karşı cinsle konuşulmaz diye düşünen ve böyle davranan bireylerin, daha dindar olduğundan emin olamayız. Ayrıca “zinhar yaklaşımı”na sahip kişi, yaşamın diğer evrelerinde bir kadınla/erkekle insani bir diyalog kurmakta zorlanıyor, çok normal ve meşru konuşmalar sırasında bile geriliyor, herhangi bir şey söylerken yüzü kızarıyor ve sesi titriyor, diğer insanı sanki tuhaf bir varlıkmış gibi değerlendiriyor. Ya da birey, “hangi ortamda nasıl davranılır, bir kadınla/erkekle nasıl konuşulur, hangi durumda ne denilir ne denilmez” tarzı durumları hiçbir zaman öğrenemiyor. Davranışların kazanıldığı kritik evreleri kaçırdıktan sonra kişi; öğrenci de olsa, yönetici de olsa, öğretmen de olsa, işçi de olsa bu can sıkıcı durumu aşamıyor. Üstelik de hem sosyal ilişkilerinde çevresini sarmış bariyerleri aşamıyor hem de bir yuva kurduğunda eşine karşı nasıl davranması gerektiğini bilemiyor. Belki de yaşam boyu öğrenemiyor ya da hem kendini hem karşısındakini yıpratarak öğreniyor.