
“Hayat tarzımıza / ailemize /inançlarımıza denk olmayan bir kişiye kalbimizi kaptırmak” veya “uygunsuz zamanda/yanlış kişiye âşık olmak” gibi durumlar, aslında çok büyük oranda bizim elimizdedir.
Bir önceki sayımızda aşk, sevgi ve evlilik meseleleriyle ilgili yapılan temel hataları ele aldık. Şu ana kadar “a) Sevmenin ölçüsünü ve dozunu kaçırmak, b) Sevginin Sâfiyâneliğine Haksızlık Etmek” ve “c) Elektrik almak için “çarpılmak” gerekmez” gibi başlıklardan söz ettik. Yapılan diğer yanlışları işlemeye devam ediyoruz.
d) Karşılıksız Sevmek, Yücelik veya Kahramanlık Değildir
Kalp, bir diğer kalbi sevmek ve ondan yanıt almak amacıyla atar. Sevgiliyle bir araya gelmek ve ikiyken bir olmak niyetiyle çarpar. Kalb’in aşk ateşi ve harareti; sevdiği diğer kalpten eğer uzun süre boyunca yanıt alamazsa, normal şartlar altında yavaş yavaş söner.
Nitekim doğal olan süreç, sevgisine yanıt alamayan kalbin, diğer kalbe yönelik aşk ateşinin ve alevinin azalmasıdır. Benliğiyle barışık olan ve kendisini değerli gören bir kimsenin kalbi; normal şartlar altında bu şekilde işlem yapar. Bu yönüyle aşk, tamamen irademiz dahilinde olmasa bile yüzde yüz kontrolümüz dışında değildir. Biraz da kendi isteğimizle, iletişim ortamını sürdürerek veya var olan etkileşimi besleyerek gelişir.
Karşılıksız sevgide ve platonik aşkta ise ortada aslında bozulmuş bir işleyiş vardır. Kendisini sevmeyen diğer kalbi sıkıştıran, hatta bazı durumlarda muhatabına gına getirtecek kadar yapışan bireyler olabildiği gibi; duygularını bir başkasına yönlendirmeyi ruhuna yasaklayan, başka bir kalbi sevmeyi aşkına ihanet sayan ve bu nedenle evlenmeyi kendine haram kılan kişiler de olabilmektedir.
Platonik âşık, bir bakıma kendisini sevmeyen kalbe avuç açar. Üstelik bu uygulamayı yaptığı için kendiyle gurur duyar; “Ben o kadar yüce bir aşığım ki, yanıt beklemeden seviyorum.” diye düşünerek sanki büyük bir maharetmiş gibi sergilediği eylemi yüceltir. Oysa dünya hayatı, bizi sevmeyen ve hiçbir zaman da sevmeyecek birinin ardından ömür tüketecek kadar önemsiz ya da uzun değildir. Ahiretimizin sermayesidir ve her dakika yanıtlamamız gereken sınav sorularından müteşekkildir.
Platonik aşkın sona ermemesi; bireyin zihninde ve kalbinde “Ya bir gün olur da, o da beni severse.” diye düşünmeye devam etmesinden kaynaklanır. Yani kişi, zamanla gerçeklikten kopar ve kendi hayal dünyasında kurduğu masala inanmaya başlar. Bu durum, bir kısırdöngüye dönüşür. Kişi tam “aşk hastalığından” kurtulacaktır ki, düşünce dünyası tekrar harekete geçer ve “Belki bir gün sever.” telkiniyle bireyi bir kez daha çıkmaz sokağa iter.
Oysa birey, başını kaldırıp dış dünyaya bakabilse; belki de diğer yarısı olabilecek ve henüz sevmenin-sevilmenin lezzetini tadamamış bir başka insanın olduğunu görebilecektir.
Aşka ve sevgiye ne kadar çok değer verilse azdır. Platonik aşkın yüceltilmesi ise, hayati derecede önemli bir yanlışlıktır. Nitekim biz bu dünyaya karşılıksız veya imkânsız bir aşk için heder olmaya gelmedik. Kendimizi ziyan etmeye yetkimiz ve hakkımız yok.
e) “Yıldırım Aşkı” Bir Masaldır
Sevgi duymak ve evlenmek söz konusu olduğunda sıkça gündeme gelen yıldırım aşkı, aslında bir ütopyadır ve tesir gücü yüksek bir masaldır.
Birey, gördüğü ve görüştüğü kişi kalbindeki kriterlere tam olarak uyuyorsa ondan etkilenir. Bu gerçek bir vakıadır. Ancak bu duygu aşk değil “olumlu izlenim”dir ve kişinin aklına “acaba bu kez doğru insanla mı karşılaştım?” düşüncesi gelir. Buna bağlı olarak ya tekrar görme ve görüşme isteği uyanır ya da iletişimin kesilmesi kararı alınır.
İlk görüşte aşk veya yıldırım aşkı olarak ifade edilen duygu, eğer karşımızdaki bireyi tekrar görme ihtimalimiz yoksa su üstüne yazılmış bir yazı gibi kısa sürede silinip gidecektir. Buradan hareketle, aslında “yıldırım aşkı” adlı bir kavramın olmadığını ifade edebiliriz. Eğer aşk, iddia edildiği gibi “ilk görmekle” pat diye kişinin aklına ve kalbine düşen bir duygu olsaydı, her karşılaşılan güzel veya yakışıklı insana âşık olunması gerekirdi.
Âşık olmak, karşımızdaki bireyin bize dikkat çekici gelmesinden veya karizmatik olmasından farklı bir durumdur. Âşık olacağımız kişinin en başta güvenilir olmasını isteriz. Meselâ istediği kadar yakışıklı veya güzel olsun, en ufak bir tartışmada kolayca cinayet işlediğini bildiğimiz birisine âşık olmayız.
İlgimizi çeken kişiye yönelik hissettiğimiz olumlu duyguları büyütmek ve sevgiye dönüştürmek için umutlanırsak âşık oluruz. İlgi duyduğumuz kişi bize umut verirse veya onun davranışlarını “Böyle yaptıysa demek ki o da bana ilgi duyuyor.” şeklinde yorumlamaya başlamışsak, aşka doğru ilerleyen yola girmişiz demektir. Zira bizi sevme ihtimali olan kişiye âşık olma eğilimindeyiz. Şairin “Senin beni sevme ihtimalini sevdim.” ifadesi, çoğu zaman yalın bir gerçektir.
Bu bağlamda, “Yaşam tarzımıza/ailemize/inançlarımıza denk olmayan bir kişiye kalbimizi kaptırmak.” veya “Uygunsuz zamanda/yanlış kişiye âşık olmak.” gibi durumlar, aslında büyük oranda bizim elimizdedir. Özellikle ilk günlerde ve ilk dönemlerde, hiç kurulmaması gereken o iletişimi kurmazsak ya da bir şekilde kurmuş olduğumuz diyaloğu ilerletmezsek ve olmaması gerektiğini düşündüğümüz o “etkilenmişlik” halimizi besleyip büyütmezsek sonradan pişman olacağımız işler yapmaz ve yol kazasına uğramayız. Fakat en başta önlemimizi almazsak, ilerleyen dönemde artık çok geç olabilir.
f) Evlilik Aşkı Büyütür ve Zenginleştirir
Aşk, tarih boyunca sürekli konuşulan ve her seferinde yeniden tanımlanan bir kavram olmuştur. Bazen reddedilmiş, bazen küçümsenmiş, bazen yüceltilmiş, bazen bir ayrıcalık olarak görülmüş bazen de bir hastalık şeklinde değerlendirilmiştir. Bu konuda orta yolu izlemek, en uygun tutum olacaktır.
Aşk vardır, gerçektir. Ancak aşk bireye; doğru insanı bulmak, mutlu evlilik yapmak ve dünyada cenneti yaşamak noktasında yol gösterse bile garanti veremez.
Sırılsıklam âşık olduğunuz insanla sürekli didişebilir, en ufak meselelerde bile çok büyük kavgalara tutuşabilirsiniz. Her bir kavga, her bir kırıcı söz; aşkın yarasını ve kanamasını artırır. Kavgalar şiddetlendikçe, gözüne bakarken içinizin eridiği o kıymetli insan gider, yerine yüzünü bile görmek istemediğiniz bir “düşman” gelir.
Aslında “evlilik aşkı öldürür” şeklindeki temelsiz iddia da buradan çıkmaktadır. Sevmeyi bilmeden ve aşkı yönetmeyi öğrenmeden evlenen bazı çiftler, kısa süre sonra büyük tartışmalar yaşamakta ve sonunda boşanmaktadır. Oysa aşkı öldüren durum evlenmenin kendisi değil, çiftin sevgili olma formatından evlilik boyutuna geçen ilişkilerini sürdürememesidir. Çünkü esasında evlilik aşkı güldürür. Aşk da evliliği besler, büyütür ve zenginleştirir.
Aşk çok kıymetlidir. Ancak sevgi ve saygıyla yoğrulmadığı sürece, parladıktan sonra sönmeye yüz tutan bir formata sahiptir. O nedenle aşkın içgüdüsel yanına kapılıp, yaprağın rüzgârda savrulması gibi kontrolsüz bir şekilde davranma lüksümüz yoktur.
Diğer yandan belirtmek gerekir ki salt mantık evliliği de bireylere huzur getiremez. Yakın çevremiz aynı ideolojiye, aynı davaya, aynı değerlere, aynı ızdıraplara sahip olduğu için evlenmiş ancak mutluluğu yakalayamamış çiftlerle doludur.
Not: Yazının ilk bölümü, Genç Dergisi’nin bir önceki sayısında yer alan “Sözlü veya Nişanlı Olmak, Fiziksel Yakınlık Kurmaya Ruhsat Vermez (1)” isimli metindir.