Mezarlıktan başka alana müdahale etmeyen bir din rağbet görüyor. Birçok evde dini hayat, yalnızca cenaze ve asker uğurlama gibi kutsal günlerde yaşanıyor.
Günümüzdeki saldırılar, ordularla değil olgularla yapılıyor. İlk hedeflerden biri İslâmî niteleme sıfatları... Bize mahsus kurumlar köhnemiş gibi gösterilip, yerine zehirli kavramlar ikame ediliyor.
Vahye gönül bağlamış bireyin kendini hümanist, liberal, laik, demokrat gibi sıfatlarla tanımlaması, ideolojik dayatmanın zaferi olacaktır. Zira onların terimleriyle kendimizi ifade edersek, kendi elimizle deli gömleğini giymiş oluruz. İnancımızı namahrem kavramlardan uzak tutarak, kanserojen fikirlerin istilasından korunabiliriz.
Dine ait kurumsal yapılar ortadan kaldırıldıktan sonra, bireysel hayatı düzenleyen kavramlar da boğulmaya çalışılıyor. Bu amaçla, ibadetlerden başlanarak tüm dini dayanaklar deruniliğinden arındırılıyor.
İlk fırsatta bizi camiye sokup, kapıyı üzerimize ebediyen kilitlemeyi hedefliyorlar. Sosyal kanserler sahada top koştururken, bizden kale arkasında figüran olmamız bekleniyor. Yani teknik direktöre seyircilik teklifi...
Mezarlıktan başka alana müdahale etmeyen bir din rağbet görüyor. Birçok evde dini hayat, yalnızca cenaze ve asker uğurlama gibi kutsal günlerde yaşanıyor.
Namaz, günde beş kez yakıt aldığımız bir istasyondur aslında. Bunun farkındalar ve hiç değilse namazın içini boşaltmaya çalışıyorlar. Çünkü namazda Allah’ın katında kıyam durarak, dünyadaki tiranlara kafa tutma idmanını da yapıyoruz. Petrol bulaşığı krallara, silikon putlara, mahallemizdeki firavun gravürlerine muhtıra veriyoruz tekbirle. Doğru bildiğimizi, onların yüzlerine söylemeyi içselleştiriyoruz kıraatle. Bize bilinç aşılıyor sureler. Sakarya ve Bursa’daki Menatlara da balta vurmayı öğreniyoruz. Yusuf yüzlü Züleyhalar karşısında, gömleğimizin ne taraftan yırtılması gerektiğini anlıyoruz. Secdeye varmak, herhangi bir menfaat uğruna hiçbir kapıda eğilmemek anlamına geliyor. Bu ibadetlerin şeklen de yapılması kesinlikle gereklidir ama böyle bir bâtınî anlamı da vardır.
Allah faizi yasaklarken, yalnızca beleş paradan uzak durmamızı kastetmiyor. Çıkar olmadan yapılan her fedakârlık, faizden uzak durulduğunu gösterir. Meselâ sevgide karşılık beklemek, faiz yemeye teşebbüstür.
Mescide girip çıkmakla, sinemaya girip çıkmak arasında bir fark olmalıdır. Hutbelerin belirli günler ve haftaların işlendiği platform haline dönüşmesi, tehlikelidir. Pasif, tepkisiz, dertsiz... Gerçekte, sonrası için eylem planlarının hazırlandığı bir karargâhtır cami. Hep öyle olmuştur asr-ı saadetten beri... İmam bürodaki bir memur değil, sancağı taşıyan neferdir. Camiler, yalnızca artı 65 xxlarge hacıların takıldığı bir mekân kesinlikle olmamalıdır.
Sadece namaz değil tabii ki, namazın fihristi de ezandır. Her ezan bir vahdet bildirgesidir. İlk manifesto Marx-Engels’in değil, Hz. Bilal’in Mekke’den dalga dalga yayılan gür isyanıdır. Ülkemizde bir dönem ezanla uğraşılmasının nedeni, musikiye değil de tevhide kulak verenlerden korkulduğu içindir.
Birçok ibadet için geçerli bu sansür çabası. Meselâ, Hac’da tüm ırkların bir arada olması, komprador faşistleri çıldırtıyor. Araplara para kazandırmak şeklinde bakıyorlar Hacca. Oysa İslâm’ın mükemmel siyasasını anlamak için yalnızca Kâbeye gitmek yeterlidir. Zulmün karşısında set olan namaz ve hac gibi ibadetler, asıl anlamlarından kopmamaları şartıyla bunu sağlayabilirler.
Selahattin Yusuf, “Dinin topluma yön verme gücünü yitirdiğini söyleyenler, dünyayı dinle biçimlendirenlerdir” şeklinde önemli bir tespit yapıyor. Bu kişiler söylemlerini, dinin yalnızca ahirete hitap ettiği ve dünyaya söyleyecek sözü olmadığı iddiasına dayandırıyorlar. Gelin, aynı zamanda dümeni elinde tutan bu modifiyeli haçlıları, yakından tanıyalım.
Yazma Hristiyanlık, zamanla kast sistemine evrilmiştir. Sistemin Brahmanları papazlar, bankacılar ve her türlü uyuşturucu kartelleridir. Köleleri geçmişte proloteryaydı, şimdiyse mankenlerdir. Papaz, dünyadaki “ortaklara” cennetten arsa satma işini yürüten bir pazarlamacıdır. Kilisedeki ruhani ayinler, Hint meditasyonlarından ayrı düşünülemez. Dünyaya hiçbir şey söylemeyen konformist ve uyuşturucu bir din...
Yahudilerin ise büyük kısmı, seçilmiş kavim olduklarını sanan şizofrenlerdir. Toplumsal Alzheimer’a yakalanmış olmalılar ki, Gazze’yi Auswitch’e çeviriyorlar. Güncellenmiş H-itler...
Bu yüzden Marx’ın “din afyondur” sözünde, doğruluk payı vardır. Fakat bu iddia Hinduizm, Darwinizm gibi el yapımı inançlar veya “genetiğiyle oynanmış dinler” için geçerlidir. Salt ahiret vaadiyle dünyayı takmayan Hristiyanlık ve seçilmiş kavim illüzyonuna kanmış Yahudilik için tamamen doğrudur. “Bir yanağına tokat atılırsa diğerini de çevir” şeklindeki bir anlayış diktatöre meydan okuyamaz, topluma yön veremez.
Marx ve müritleri, bilmelerine rağmen görmezden gelmişlerdir ki; İslâm dini bu söylediklerinden münezzehtir. O, insanların dünyadan el-etek çekmesini yasaklarken aynı zamanda kadın, şöhret, makam gibi kartondan ilahları da reddeder. Defolu bir Mümin değil, tam bir iman ister. Unvansız bir Müslüman, yanlış yapan devlet başkanına dahi ayar çekebilir. İslâm tasavvufu, aklın ve gönlün nikâh şahididir. Bu izdivaçtan, sağlıklı bir kul doğar. Kur’an Allah’ın adıyla başlar, nas (halk) ın adıyla sona erer! İşte bu nedenlerden dolayı İslâm, her iki dünyada iyilik kazandırır insana... Bizi birer mistik veya rahip olarak görenlerin hülyaları, kâbusa dönmeye mahkûmdur.
Hoşça kalma, dertli kal...