Allah, sevdiği varlığı var eder. Allah beni ve bu satırları okuyan seni bir dağ olarak var edebilirdi, taş olarak da var edebilirdi, hayvan olarak da var edebilirdi, hatta hayvanlar içinde domuz olarak da var edebilirdi. Ama bunların hiçbirini tercih etmedi, seni ve beni insan olarak var etti. Sevdi ki var etti.
İnsanın temel psikolojik ihtiyaçlarının başında, anlamlılık ve değerlilik hissi gelir. Ademoğlu ve ademkızı; bulunduğu konumda ya da kurumda bir boşluğu doldurduğunu, önemli bir işe yaradığını, faydalı çalışmalar yaptığını bilmek ister. Aynı zamanda bu yaptığı iş, oluş ve eylemlerin anlamlı olmasını arzular. Eğitim gören öğrenciden, bir şirkette yöneticilik yapan bireye kadar; herkes bilincin veya bilinçdışı süreçlerin yönlendirmesiyle bu iki temel duyguyu yakalamak için emek harcar.
Genç Dergi’mizin ve Mehmet Lütfi Arslan abimizin yıllardır vurguladığı “7 milyar insan+sen=neden” ve “+1 olarak dünyaya ne katıyorum?” ifadelerini de bu anlamda değerlendirebiliriz. Genç insanı harekete geçirecek, üzerindeki ataleti dağıtacak ve kalbinin heyecan pompalamasını sağlayacak şey bu sorulara cevap bulmaktır. Zira okuduğu okulda kendisine hitap edecek bir şey bulamayan bir öğrenci, okul reddi ve sınıf tekrarına kadar varabilecek şekilde devamsızlık problemi yaşar. Çünkü okul onun için bir şey ifade etmiyordur. Dersleri zaten başarısızdır, kurumun da sosyal aktivite imkânları kısıtlıdır. Yani okula kendini ait hissetmesini sağlayabilecek hiçbir şey yoktur. Bu nedenle okula adeta yerli bir turist gibi gelir ve gider. Benzer şekilde bir dini vakıfta veya dernekte görev yaparken, manevi idealleri kuşanmayan bir genç, aşksızlık ve şuursuzluk problemi yaşar. “Eski heyecanımız yok” cümlesinde somutlaşan durumun özeti budur.
Birey, müstakil bir benlik olarak veya bulunduğu ortamda “değerli bir varlık” olduğunu duyumsamak ister. Esasında insan, sadece var olduğu için değerlidir. Allah, sevdiği varlığı var eder. Allah beni ve bu satırları okuyan seni bir dağ olarak var edebilirdi, taş olarak da var edebilirdi, hayvan olarak da var edebilirdi, hatta hayvanlar içinde domuz olarak da var edebilirdi. Ama bunların hiçbirini tercih etmedi, seni ve beni insan olarak var etti. Sevdi ki var etti.
Onun bizi sevmesi ve sana-bana değer vermesi, aslında kendimizi değerli hissetmemiz için yeterlidir. Ancak aciz ve zayıf insanlar olarak bizler, diğer insanların vereceği öneme ve değere de bir şekilde ihtiyaç duyuyoruz. Diğer yandan hayatın işleyişine katacağımız değere ve yaşadıklarımıza anlam vermeye de gereksinim duyuyoruz. Öyle ki eğer birey, dair dışarıdan (toplumdan) ve içeriden (kendi benliğinden) güçlü mesajlar alamıyorsa, zamanla psikolojik çöküntüye düşebilir. Değerlilik hissine sahip olmak, o kadar hayati bir meseledir ki; kişi değerli olduğunu bir kez olsun tadabilmek için kendini ortadan kaldırmayı bile göze alabilir. Kendini ortadan kaldırmak, öz kıyımdır. Diğer adıyla intihardır.
İntihar, çok karmaşık gerekçeleri olan, en büyük günahlardan ve en trajik olaylardan birisidir. Aslında bu yazının doğrudan konusu değildir ancak değerlilik hissi bağlamında şu noktayı ifade etmek gerekir. Özellikle başarıyla sonuçlanan intihar vakalarında, kişiyle tekrar konuşma ve analiz yapma ihtimali kalmadığı için, çözümlenmesi ve sebebinin saptanması en zor olan vakadır. Bu anlamda örneğin ekonomik yıkımların ardından ortaya çıkan veya karşıdaki kişiye/topluma/olaya tepki göstermek ya da “ders vermek” amacıyla gerçekleşen olaylarda; kişi mesaj bıraksa bile genellikle sessiz sedasız ve kimseye duyurmadan bu davranışı sergiler. Ancak psikolojik ihtiyaçlardan, değerlilik ve anlamlılık hissi başta olmak üzere insanın hayata tutunmasını sağlayan dayanakların yok olmasından kaynaklanan vakalarda; birey genellikle çeşitli sinyaller verir ve son bir kez olsun “önemli” olduğunu ta yürekten duyumsamayı amaçlar. Bu noktada üzerinde durmak gerekir ki; yıllar önce Metin Pişkin isminde bir kişinin intihar etmesi, hepimizin üzüldüğü ve ne yazık ki zaman zaman karşılaştığımız “sıradan” vakalardan birisiydi. Ancak Pişkin’in intihar etme biçimi ve ardından sergilediği davranışlar, değerlilik hissinin ne kadar önemli olduğunu gösteren bariz bir örnek olması açısından önemlidir.
Metin Pişkin’in canlı yayın yapması ve yayın esnasında yaptığı konuşmada; ne kadar entelektüel ve bilgili bir insan olduğunu, ne kadar çarpıcı konuştuğunu, ne kadar müstağni bir yaşam sürdüğünü, terapi desteği almanın ne kadar faydasız olduğunu, kısa süre sonra gerçekleştireceği davranışı yapmaktan başka bir seçeneği kalmadığını ve buna mecbur kaldığını canhıraş bir şekilde anlatmaya çalışması çok ilginçtir.
Son hamlesinde ise, varmak istediği hedefe ulaşmayı başarmış(!) ve çektiği videoyu sosyal medya platformlarına yükleyerek başta Twitter olmak üzere birçok ortamda top trend olmuştur. Kendisi görmese de, arkasında şok ettiği binlerce insan bırakması ve bir geceden ibaret olsa bile “zirvede” olması onun için yeterli olmuştur. Ayrıca bu davranış, benzer durumda olan birçok kişiye kötü örnek teşkil etmiş ve o tarihten sonra video çekip sosyal medyaya atarak kendine kıyan onlarca insan olmuştur. Benzer vakalarda, mesele boyut değiştirse bile neredeyse aynı olay yaşanmaktadır. Örneğin “yarın Tüm Türkiye bizi konuşacak” deyip kendine kıyan 2 çocuk, mavi balina isimli oyunda kendisine verilen “görevi” hakkıyla yerine getirmek adına canına kast eden 19 yaşındaki genç, muhtemelen TEOG sınavı başarısına endeksli bir değerlilik hissine sahip olan ve sınavda başarısız olunca intihar eden 12 yaşındaki Bursalı kız öğrenci bunlardan sadece üçü…
Bu konuların devlet ve toplum olarak ciddiyetle üzerine eğilmeliyiz. Günümüz gençlerinin buhranlarına ve bunalımlarına “15 yaşındaki bir çocuğun ne derdi olabilir ki?” “Yediği önünde yemediği arkasında, daha ne istiyor hiç bilmiyorum yani!” “Rahat batıyor rahat, başka bir derdi yok” şeklindeki bakış açısıyla yaklaşmaya devam edersek, problem durumunu feci şekilde ıskalarız.
Mutlaka birçok farklı neden, olayı etkileyen değişken ve ortaya çıkmasını sağlayan etken vardır ancak gençlerin tuhaf davranışlarının ve gönlünün derinliklerinde yer alan huzursuzluklarının nedeni, işe yararlılık ve anlamlılık hissini yeterince yaşayamamalarıdır.
Genç adama; bir ülkü, bir amaç, bir kızıl elma aşısı yapamamışsak; tabii ki gece saat 12’de beyaz şahiniyle yanlayarak insanların dikkatini (hatta kötü sözlerini) üzerine çekmek için çabalayacaktır. Ya da bir köşe başında 3-4 arkadaşıyla bir araya gelip sigara, çekirdek ve kola eşliğinde çok değerli gençlik yıllarını hunharca ezecektir. Enerjisini doğru yöne kanalize edemediği için kaldırımda tespih sallayacak, en büyük hedefi “kendisine dik dik bakan bir akranını tespit edip haddini bildirmek” olacaktır. Diğer yandan ergenlik dönemindeki kardeşimiz duygusal olarak bize erişemiyorsa, tabii ki marka kıyafetleri ve ayna karşısında geçirdiği saatler üzerinden kendini “yarınlara” hazırlayacaktır.