Memleket ve sıla kavramlarının sözlüklerimizde yeri yok! Sıla, zihnimize bulaşmış bir şarkıcı ismi olmaktan öte bir anlama sahip değil. Ve bu kör olasıca duruma karşı iyiden iyiye sağırlaşıyoruz. Bireycilik öyle sinmiş ki ruhumuza, canımız insan çekmiyor şimdilerde.
Bazı dost ve akrabalarımızın evlerinin yolunu yavaş yavaş unutuyoruz. Bizim için, uzun süredir ziyaret etmediğimiz bir kabristan hükmünde oralar.
Birinci dereceden yakınlarımız da dâhil olmak üzere, çoğu insanla olan iletişimimiz laflamış olmak için... Çünkü yüzeysel ilişkiler kurulmakta... Bir kasiyerin müşteriye oynadığı içtenlik rolünü tüm hayatına taşımış canlılar var çevremizde. E biz de onlarla birlikte yaşadığımız için; sirayet ediyor belki de… Dostlarımıza karşı vefasız, sadakatsiz ve umarsız olmamız başka nasıl açıklanabilir?
Diğer yandan kanka, kardeş, can dostu dediklerimizle aramızda kurduğumuz bağı, akrabalarımızla kuramıyoruz. Kan bağıyla bağlı olduğumuz yakınlarımızı hatırladığımızda kalbimiz hararet yapmıyor, heyhat!
İlâveten, memleket ve sıla kavramlarının sözlüklerimizde yeri yok! Sıla, zihnimize bulaşmış bir şarkıcı ismi olmaktan öte bir anlama sahip değil. Ve bu kör olasıca duruma karşı iyiden iyiye sağırlaşıyoruz.
Bireycilik öyle sinmiş ki ruhumuza, canımız insan çekmiyor şimdilerde. İnsanlara güven(e)miyoruz. Bir elin tırnaklarını geçmeyecek sayıda arkadaşımızın olmasına hâlâ üzülmüyoruz, ne garip!
Tetikteyiz. Her an birisinden zarar gelebilir korkusuyla gardımız elimizde her daim. Yediğimiz ve içtiğimiz kazıkların miktarını delil göstererek, halktan kopuş suçundan beraat etmeye çalışıyoruz.
İç dünyamız öylesine cimrileşmiş ki, zorlukta olanın sıkıntılarına kulak vermekten bile kaçınıyoruz. Kemal Sayar’ın ifadesiyle birbirimize değmeden yaşıyoruz. Ruhlarımız dokunmuyor hatta sürtünmüyor birbirine; bu nedenle çıkacak kıvılcımdan yani doğacak enerjiden mahrumuz on yıllardır.
Ne var ki Rabb, doğada dualist rejimi hâkim kılmıştır ve her varlık çifttir. Burada yalnızca cinsiyet olarak çiftliği kastetmiyorum, en temel eylemlerimizde dahi tekliğin teklemeye neden olacağına dair mevcut inancımı dillendiriyorum. Gelgelelim birlikte hareketten doğan berekete inanan kaç kişi kaldı acaba?
Hayatımıza yön veren kutlu vahyi irdelediğimizde, bizi ulaştırmak istediği kıvamın şu anki durumun tam tersi olduğunu görürüz… Müminlerin harbiden kardeş olduğu ve cemaat halinde yaşadığı tertemiz bir toplum inşa etmeyi hedeflediğini anlarız. Bu yolda, biz müminlerin ruh harcını itinayla kardığını fark ederiz. Cemaatle namazı, selâmlaşmayı, Hacc’ı, hediyeleşmeyi, gülüşmeyi, ziyaretleşmeyi ve bayramlaşmayı salık vererek; inananları anti-sosyallikten ve fobik olmaktan muhafaza etmeye çabaladığını algılarız.
İslâm; nevrotik, toplumdan tecrit olmuş, ehad ve samed olma iddiası nedeniyle şirke yaklaşan, hüzünsüz, dertsiz ve gözleri kurak fertleri ıslah etmeyi amaçlıyor. Asılmayı baştan kabullenmiş koyunların ise, bacaklarındaki acıdan yakınmaya hakkı olmadığını belirtiyor.
Allah’ın bizleri çeşit çeşit, renk renk, dil dil yaratması sebepsiz değil... Kullarının tanışıp, bilişmesini istiyor Yaratan. Bir insanda huzur bulamazsan diğerinde ara, onda bulamazsan bir başkasında… Onda yoksa sükûn bunda, bunda kalmamışsa şunda… Böylece sürüp gidiyor halka.
Özel günler, geceler ve davranışlar vesilesiyle, aramızdaki hakiki uhuvveti oluşturmaya çabalıyor Allah’ımız. İnsanların arasına mıknatıslar koyuyor İslâm’la. Örneğin bu mıknatıslardan en büyüğü olan bayramları armağan ediyor bize. Cuma’yı, Kurban’ı, Ramazan’ı… Böylesine güzel günlerde, özel anlamlarla yüklü ibadetler yaparak hem Allah’a yaklaşıyoruz, hem O’nun yansıması olan kullarına…
Diğer yandan insanların bayram ziyaretlerine, turistik gezi olarak bakması kabul edilemez dinimizce. Bayram günlerinde uğranılan yerlere yalnızca bedenimizle değil, ruhumuzla da girmemizi salık verir vahiy. Ramazan’ın fuar bayramı, Kurban’ın mide şöleni olarak ifa edilmesine razı olmaz.
İçtenlik lâzım bize… Uzatmalı dostlukların, aktarmalı akrabalıkların formalitelerini yerine getirme zamanı değildir bayramlar!
Bayram döneminde oradan oraya taşınan yük ve eşya durumuna düşmememiz gerekiyor. Çünkü birtakım insanlar, evden eve nakliyat hatta hafriyat malzemesi olarak tezahür ediyor bu kutlu günlerde.
Ayrıca belirtmek gerekir ki bayramlar, yalnızca eğlenerek ve zevklenerek geçirilecek zaman dilimleri değildir. Neşeli olmak gerekir; eyvallah! Ama bunun yanı sıra kabir ziyareti, büyüklerin hatırlanması, hastalara bakılması gerekmektedir. Dargınlar barıştırılmalı, dargınsak barışmalıyız. Eğer dargın olduğu birisi olduğu halde bayramı geçiren varsa, aslında bayram yaşamamıştır diyebiliriz. Tüketim toplumu olduğumuz için, bayramların bu gibi derunî anlamlarını da yedik yuttuk.
Önceki yüzyıllarda, iman etmiş coğrafyalardaki kırık-çıkıklara kaynak vazifesi gören unsur hep bayramlar olmuştur... O dönemlerde de ülke içi isyanlar patlak vermişti. Kalpleri bölen örgütler peyda olmuştu ama tüm bu gailelere karşı galip geldi Müminler. Çünkü vahyin aslî anlamından kopmamışlardı.
Müslümanlar arasında oluşan en küçük bir çatlakta bile, dört yüz dört kere birbirine yapıştırdı onları İslâm. Bir de kaynaştırma hecelerinden oluşmuş kavram; yani bayram bunu sağladı… İnşallah bundan sonra da bizler için, birbirimize yakınlaşma vesilesi olacak bayramlar.
Bari bayramlarda hakikaten bayram edelim. Bize her gün bayram değil sonuçta! Zira huzurlu yaşanan günler, huzurevi yaşamına bırakılmış bir devre mülk olmamalı artık! Vesselam!