
Dualarımızın yarıçapını büyütmeliyiz. Yüz yıl sonrasını kapsayacak, bin yıl ötesine kement atacak yakarışlara sahip olmalıyız. Dua nedir peki? Fiyakalı bir isteyiştir. Akla ter attırmak, kalbi idmana çıkarmak ve umutlara kondisyon yaptırmaktır; dua...
Cemaatsiz cami kadar üzgün oluyorum bazen. Göğün direğinden dönmüş dua gibi yılgın… İhanete uğramış sadakatin kırgınlığı oturuyor yüreğime. Bu durumumun kronikleşmesinden korkuyorum şiddetle.
Kro-nik olmamalıyım, eyvallah. Ama pervasız da yaşayamam; sıkıntısız, dertsiz… Mesela ülkemin toprakları şu ana kadar bölünmese de halklar/cemaatler arasında gümrük kapıları çoktan kurulmuş. Ülkemdeki klanlar, kendi cumhuriyetlerini ilân etmiş. 29 Ekim’i yaşıyoruz her gün; ülkecek…
Bir yandan terör… Önce ailede veya akrabalar arasında başlıyor. Sonra Gazze. Hakkari. Bununla biter mi dertler? Hayır! Hemen herkesin kafama gözüme vurduğu ‘darbe’ler. Yalnızlık. Sistemle uzlaşamayıp, sistemce anlaşılamamak. Suni dudaklardan dökülen naylon cümleler. Terörü lanetlemesine rağmen, kimi Türklerin aptalca şüphesinden kurtulamayan Kürtlerin mağduriyetleri. Ali Şeriati’yle kapitalist Müslimlere karşı bilenirken, diğer yandan jipe binesim gelmesi. Arkadan vuranlar. Satıcılar. Robocop insanlar. İslam davası ‘saf’larından ayrılan uyanıkları(!) gördükçe, ‘dünyayı kurtaracağız!’ hayallerimin sek sek oynaması. Ve günahlarım, günahların… Hepsi ağırlık yapıyor ruhuma.
Bunca bunaltıcı şeyi düşünmekten yorulmak artık! Ters yola girmişlik hissi. Etkisiz olmanın peydahladığı anlamsızlık ve işe yaramazlık duygusu. ‘Bunca günahın içinde yüzerken, nasıl vahyin sahiline kulaç atabilirim ki?’ karamsarlığına duçar olmak. Hülâsa yılmak be kardeşim! Senin de benimkilere paralel kavgaların, yorgunlukların olduğunu duyumsuyorum. İşbu nedenle, çıkmazlardan tek çıkış yolumuzun dua olduğunu, bir kez daha vurgulamak için karşındayım.
Yukarıdaki olumsuzmuşçasına poz veren maddeler, düşüncelerimin karamsarlığıyla yoğrulmuş magazinel tespitler değil. Bilâkis ümitsizlik bulunamaz satırlarımda; realizmin donuk yüzü mevcuttur en fazla. Hepimizin duygu durumunun bozulduğu ve ruhunun topalladığı dönemler olması hasebiyle, bunları ifade ediyor; gerçeklerle tokuşmaya çalışıyorum.
Böyle bıkkın hallere yuvarlandığımızda, ufukta aralanan tek kapıya koşuyoruz. Allah’a SMS atıyoruz; yani dua yolluyoruz. “Onyıllardır, yüzlerce mübarek gecede yapılan binlerce dua neden kabul olmuyor?” şeklindeki, hınzırca kikirdemelere aldırmayarak bunu yapıyoruz. Bir türlü gümlemeyen PKK’ya ve İsrail’e atfen ‘kahrolsun’ dualarının tutmadığı biçimindeki, iblissi provokasyona gelmeden devam ediyoruz tazarruya. “Dualarınız kabul olmuyor baylar!” diyen id’imizi takmayarak dile(n)me yolculuğuna devam; Malik’imize doğru…
Ama bir yandan da dualarımıza rot-balans ayarı çekmemiz gerektiğini gözden kaçırmamalıyız. Tamam, bizler materyalist olmadığımızdan duamızın şipşak çıkmasını beklemiyoruz. Ama ümmetçe yüzyıllardır kabul olmayan dualarımız, gerçekleşmeyen ideallerimiz varsa eğer, ters giden bir şeyler olmalı... Bunun yanında, bizlerin millet olarak ahiret gününe kadarki nesilleri bile dualaması, şanlı bir eylemdir. Fakat yine de bu bizi kesmez!
Dualarımızın yarıçapını büyütmeliyiz. Yüz yıl sonrasını kapsayacak, bin yıl ötesine kement atacak yakarışlara sahip olmalıyız. Dua nedir peki? Fiyakalı bir isteyiştir. Akla ter attırmak, kalbi idmana çıkarmak ve umutlara kondisyon yaptırmaktır; dua...
Dilediklerimizin kabul olmaması da, reddolunduğu anlamına gelmez aslında. Rahmani âlemdeki dilek-istek kiplerine uymuyordur sadece; ‘harbi dua’ mertebesine erişmediğinden… Çünkü ağzımızdan dua niyetine dökülen sözler hırıltıdan, dırıltıdan ve zırıltıdan öteye geçemiyor ki çağrımız yerini bulsun! Alıcı tarafından tanınmadığımızdan olsa gerek; iade ediliyor mektubumuz. Hülasa, elekten geçmiyor taleplerimiz kardeşim! Çünkü kaba, kof, odunca, ruhsuz bir şekilde istirham ediyoruz Huda’dan.
Ayrıca fiili duayı unutmuşuz zaten. Yazık! Dua deyince, elimizi açıp göğe bakmayı anlıyoruz yalnızca. Okuma-yazmanın, Hakk’ı söylemek için terlemenin, yardım organizasyonuna katılmanın, soru(n)lardan dolayı hüngürdemekle kalmayıp, mevcut işleyişi çözümlemek için kafa yormanın, mitinge katılmanın fakat mitingle körelmemenin mükemmel dualar zümresinden olduğunu bilmeliyiz.
Yaradan, müstecap olunası duaları geri çevirmeyeceğini vahyetmişken dualarımız geri sekiyorsa problem bizde demektir. Yollanan iletilerden edindiğim rapora göre; mesajımız gönderilemiyor kardeşim! Ok yaydan çıkmıyor yani. Ya ok(dua) kırık veya yay(ağız) bozuk. Menzil hazır bekliyor oysa…
Yoksa “kâffe, evlad-ü iyâl, ervah” kelimelerinden müteşekkil dua metnini bile anlayamayacak kadar geçmişten koptuğumuz için mi, ruhsuz isteyişlerimiz barajı aşamıyor? Sorunun bir tercüme eksikliğinden kaynaklanmadığını bilsem de, dua cümlelerini yenilememiz gerektiğini söylemekten geri duramam. Nasıl ki antivirüs programları güncellenmezse işlevselliğini yitirir, dua da yenilenmezse diriltici etkisini kaybeder. Taptaze olmalı dualarımız; günlük…
İrademiz dâhilindeki sorumlulukları üstlenip, gereğinin yapılmasını Rahman’a arz etmemiz yeterlidir. Dua ederken, ne istediğimizin ve niye istediğimizin idrakinde olmalıyız. Muhakkak bizi anlatan içli ifadelerle, kalbimizin çarpım katsayısını artırabilen, sımsıcak ve pırıl pırıl niyazlarda bulunmalıyız. Ancak böyle yaparak, O’nun huzuruna varabiliriz.