İslam, insanın yüzünü hep ahirete çevirir. Zira “cennette, bir kırbacın kapladığı yer kadar bir yere sahip olmak, dünyadan da dünyadaki her şeyden de daha hayırlıdır.”
Rikkat, incelik demek… Bir kavram olarak ise gönül inceliği… Rakîk, ince, yufka anlamına gelir. Çoğulu rikâktır. İmam Buhârî, “gönlü incelten hadisler” anlamında Kitâbu’r- Rikâk başlığını koymuş Sahîh’inde bir bölüme. Rikâk bölümünde, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu, insanın dünyayı ebedî görmemesi gerektiğini tekrar tekrar vurgulayan hadisler var.
Ülkemizde her geçen gün refah seviyesinin arttığı bir gerçek. Buna paralel olarak, daha çok kazanma ve daha çok tüketme hırsı da artıyor. Bu da beraberinde daha çok bireyselleşmeyi getiriyor; insanlar arasındaki insanî bağlar zayıflıyor. Öte yandan dindarlık da derinliğini ve iç zenginliğini yitiriyor. Mesele bir yönüyle de gelip dünyevîleşmeye dayanıyor. Bu bakımdan bu bölümdeki ilgili hadisler önem arz ediyor.
“Dünyada bir yabancı veya geçip giden bir yolcu gibi ol” hadisi, bölümün en dikkat çekici hadis-i şerifi. Abdullah b. Ömer’in (r.a) hadis-i şerife ilavesi bir o kadar manidar: “Akşama eriştiğin zaman, sabahın kaygısını çekme; sabaha eriştiğin zaman akşamın kaygısını çekme; sıhhatinden hastalığın, hayatından ahiretin için bir kısmını alıkoy!”
Sehl b. Sa’d (r.a) anlatıyor: “Biz, Allah Rasulü (s.a.v) ile Hendek savaşında beraberdik. Kendisi hendek kazıyor, biz de toprak çekiyorduk. Ara sıra yanımıza uğruyor, şu beyti okuyordu:
Allah’ım! Hakiki hayat ahiret hayatı
Mağfiret eyle sen, Muhacir ve Ensarı
İslam, insanın yüzünü hep ahirete çevirir. Zira “cennette, bir kırbacın kapladığı yer kadar bir yere sahip olmak, dünyadan da dünyadaki her şeyden de daha hayırlıdır.” Bu sebeple, İslam’ın zengin olmaya değil; Allah’ın verdiği zenginlikten Allah yolunda harcamaya teşvik ettiğini görürüz. Zengin olma, mal sahibi olma arzusu, zaten insan fıtratında yerleştirilmiştir; din neden bir de buna teşvik etsin ki? Aksine dinin, o fıtrî duyguyu gemlediği, zaman zaman da insanı hırslarından dolayı yerdiği görülür. İşte aynı bölümde bir başka hadis: “Âdemoğluna bir vadi dolusu altın verilse, ikincisini de ister; ikincisi verilse üçüncüsünü de ister; âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.”
Bu hadisle ilgili Ubey b. Ka’b’ın (r.a): “Biz Tekâsür Sûresi inene kadar, bu sözün Kur’an’dan bir ayet olduğunu sanırdık” sözü; Tekâsür Sûresi’nin ilk Müslüman neslin havsalasında ne denli bir iz bıraktığının ifadesi olmalıdır: “Mal arttırma hırsı, sizi oyaladı durdu; ta ki ölüm gelip çatana kadar…”
Nitekim aynı bölümde şöyle bir rivayet yer almaktadır: Allah Rasûlü (s.a.v), Ebu Ubeyde’yi (r.a) Bahreyn’e cizye almak üzere göndermiş; Ebu Ubeyde oradan biraz malla geri dönmüştü. Ensar onun döndüğünü öğrenince, Allah Rasûlü ile beraber sabah namazını kılmayı kaçırmışlardı. Allah Rasûlü namazı bitirmişti ki onlar da çıkageldiler. Allah Rasûlü onları görünce gülümsedi ve: “Galiba Ebu Ubeyde’nin döndüğünü ve bir şeyler getirdiğini duydunuz” buyurdu. “Doğru, yâ Rasûlallah!” dediler. Allah Rasûlü bunun üzerine: “O hâlde hayırlı olsun! Ancak Allah’a yemin ederim ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum; fakat ben, dünya nimetlerinin sizden öncekilerin ayakları altına serildiği gibi, sizin ayaklarınızın altına da serilip onların çekiştikleri gibi dünya için çekişmenizden, dünyanın onları oyaladığı gibi sizi de oyalamasından endişe ediyorum” buyurdu.
Ebu Zer el-Ğıfârî (r.a) anlatıyor: “Bir gece dışarı çıktım. Bir de baktım ki Allah Rasûlü yalnız başına yürüyor; yanında hiç kimse yok. Herhalde yanında biriyle yürümekten hoşlanmıyor, diye düşündüm. Ben de ayın ışığında yürümeye başladım. Bana doğru dönüp beni gördü. O da kim, buyurdu. Allah beni sana kurban etsin, ben Ebu Zer, dedim. Gel, Ebu Zer, buyurdu. Onunla bir süre yürüdüm. Çok (mal sahibi) olanlar, kıyamet günü az (mükâfat sahibi) olacaklar; ancak, Allah’ın kendisine mal verdiği, onun malından sağındaki, solundaki, önündeki arkasındaki herkesin faydalandığı ve bununla hayırda bulunan kimseler hariç… buyurdu.”
Aynı bölümde Hz. Ali (r.a) “ahiret çocukları” olmamız tavsiyesinde bulunmaktadır: “Dünya arkasını dönerek göçüp gitti. Ahiret ise gelmektedir. Bunlardan her birinin çocukları vardır. Siz ahiretin çocukları olun; dünyanın çocukları olmayın. Çünkü bugün çalışma var, hesap yok; yarın ise hesap var çalışma yok."
Kitâbü’r-Rikâk’ın, Rasûl-i Ekrem’in zühd hayatından, kıyamet alâmetlerine, kıyametin kopuşundan, insanlığın tekrar dirilişine, hesap gününden, cennet ve cehennem ahvâline kadar uzun bir süreci anlatan hadisler içerdiğini görüyoruz. Bu hadisleri okudukça, kâh süflî hayata bu kadar bel bağlayışımıza hayıflanıyor; kâh gönlümüzün ötelere açıldığını, hayatın göründüğü kadar sıradan olmadığını hissediyoruz. Ama her hâlükarda dinî hassasiyetimizin arttığını fark ediyoruz.
Esasen hadislerin geneli için söz konusudur bu durum. Hadisler, içinizde derin bir Peygamber muhabbeti, insanlara karşı bir şefkat ve merhamet hissi ve dini bir heyecan uyandırıyor. Gözünüzün önüne canlı tablolar olarak çıkıyor, Hazret-i Peygamber’in ve Ashâb-ı Kiram’ın yaşadıkları. Ashâb’ın soruları, Allah Rasûlü ile münasebetleri, içinize bir sıcaklık veriyor. Peygamber Efendimizin o zarif, müşfik, insani davranışları; öbür taraftan dini tebliğ ve yaşamadaki istikrar ve kararlılığı; bir yönetici olarak cesaret ve tutarlılığı, insana dini yaşama ve bu uğurda zorluklara katlanma iradesi kazandırıyor.
Hatib Bağdadî, hadislerin bizlere sunduğu hikmet ve bilgi hazinleri hakkında şunları söyler: “Hadis, tevhidin esaslarını, mükâfat ve cezaların çeşitli biçimlerini, Âlemlerin Rabbinin sıfatlarını, cennet ve cehennemin niteliklerini, Allah Teâlâ’nın cennet ve cehennemde müttakiler ve günahkârlar için hazırladığı şeyleri, Allah’ın göklerde ve yerlerde yarattığı varlık ve mucizeleri, melekler âleminin bilgilerini içerir. Hadislerde, Peygamberlerin kıssaları, zahid ve evliyanın haberleri, fakihlerin görüşleri, önceki milletlerin hikâyeleri, Hz. Peygamber’in savaşlarının ve seferlerinin açıklaması, hüküm ve fetvaları, hutbe ve vaazları, nübüvvetini gösteren deliller ve mucizeleri vardır.” (Bağdâdî, Şerefü Ashâbi’l-Hadîs, s. 8)
İmam Tirmizî de, kendi Sünen/ Câmi adlı kitabı için: “Kimin evinde bu kitap varsa, sanki onun evinde konuşan bir peygamber vardır” der. (Zekeriya Güler, Hadis Günlüğü, s. 13)
Bu bakımdan, Müslüman olarak Kur’an’la ünsiyetimizin yanında, Hz. Peygamber’in hadisleriyle de ünsiyetimizin, hadislerden de bir virdimizin olması gerektiği kanaatindeyim.