Belki o eski zengin anlam dünyası tamamen geri getirilemez. Ancak ihya ve inşa çabalarının günümüzdeki çorak iklim ve topraklarda vaha etkisi yapacağı gün gibi açıktır.
Evvelemirde bu “Osmanlıca” isminin sonradan, bir ötekileştirme ve/veya dışlama amacıyla yakıştırılmış bir isim olduğunu kaydedelim ve ilk düğmeyi doğru iliklediğimizi varsayalım.
Evet, Osmanlıca yakıştırma bir isimdir. O dil bildiğiniz Türkçedir, koca bir imparatorluk dilidir. Evet, içinde farklı dillerden gelmiş kelimeler ve unsurlar vardır; amma ve lakin sadeleştirmek, arındırmak da neyin nesidir? (Söz konusu operasyonda ne hikmetse batı dillerinden geçmiş kelimeler ve unsurların gözden kaçtığını (!) da unutmayalım)
Günümüzün hâkim dili İngilizce’de adını bile bilmediğimiz dillerden katılmış yüz binlerce kelime mevcuttur ama tarihin hiçbir döneminde herhangi bir arındırma cinnetine maruz bırakılmamıştır, bilakis “dışarıdan” gelen her unsur bir zenginlik olarak görülmüş, İngilizler “bu bizim oralara kadar gittiğimizi ve oralarda hâkim olduğumuzu gösterir” gibi bir mantaliteyi savunmuşlardır. Mesela ilkel bir Afrika ya da Okyanusya dilinden geçmiş bir kelime, İngilizce’yi ve İngiltere’yi ilkel yapmamakta, tam aksine zenginleştirmektedir.
Yüzyılların birikimiyle oluşmuş bir imparatorluk lisanına neden kast edildi, neden yok edilmek istendi diye uzun uzun ahkâm kesecek değiliz. Artık yakın tarihte neyin ne olduğunu, nasıl olduğunu ve ne amaçla yapıldığını (en azından biraz kafa yoran) herkes biliyor. Yine de bir referansa başvuralım ve Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu’nun geçtiğimiz günlerde Sabah Gazetesi’nde kaleme aldığı enfes yazısından bir paragrafa göz atalım:
“Dönemin rejimi, aşırı milliyetçi karakterli ve bilhassa Arapça ve Farsçaya ilişkin yorumlarında ırkçı vurgular taşıyan bu operasyonla, “neolitik çağda uygarlığın temellerini atan proto Türkler” ile 1930’lar Türkiyesi arasında kara bir delik olarak görerek paranteze almaya çalıştığı Osmanlı tarihi gibi, “Osmanlıca” olarak adlandırdığı dili de ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.”
Bu operasyonun günümüzdeki sonuçları ne olmuştur? Dikkat ediyor musunuz, birbirimize meramımızı anlatmakta çoğu zaman ne kadar zorluk çekiyoruz. Yanlış anlaşılmalar yüzünden kırılmalar, gücenmeler, kavgalar, cinayetler, husumetler… Biz bile ince eleye sık dokuya yazılar yazmaya çalışıyoruz, anlatmak istediğimiz şeyin tam tersini anlayanlar bile çıkıyor. Beğenmeyip dilimizden kelimelerini ayıklamaya kalktığımız Farsça’nın ana vatanının dünya sineması ve edebiyatında önemli bir yeri var bugün. Bizim nerede neyimiz var diye sormaya bile tereddüt ettim şimdi. En iyisi ben sormayayım da hepimiz kimsenin olmadığı yerde kendi kendimize soralım.
Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, yukarıda alıntı yaptığım yazısını şöyle bitiriyordu:
“(…)Yapılabilecek olan 1928 öncesinde kullanılan alfabeyi öğreterek basılı kolay metinlerin sökülebilmelerini sağlamanın ötesine gidemez. Batı Türkçesi ırkçı vurgular taşıyan bir dil milliyetçiliği elinde farklı ve zenginlikten yoksun bir lisana dönüşmüştür. Doğal olmayan bir süreçte kaybedilen eski lisanı, doğduğu, geliştiği bağlamlar ve evrimleri yeniden üreterek canlandırmak ise ne yazık ki imkânsızdır. Dil milliyetçiliği ve popülizmin kurbanı olan eski dili canlandırmak mümkün değildir. Bu nedenle katlandığımız maliyet ise derin bir kültürel kopukluktur…”
Hanioğlu’nun görüş ve düşüncelerine çok değer veriyor ve istifade ediyoruz amma biz bu kadar karamsar değiliz açıkçası. Derin bir kopuş yaşandığı doğrudur, fakat kültürel birikimi toplumun tarihî hafızasından tamamen kazımanın mümkün olmadığını, kodların bilinçaltında yaşadığını düşünüyoruz. Eski dilden şimdi unutulmuş kelimelerin akrabaları günümüz Türkçesi’nde kullanılıyor. Ortalama vatandaş “duhul”ü bilmiyorsa “dâhil”i biliyor mesela. Akraba kelime ve deyimleri öğrenmesi hiç de zor olmayacaktır. Şakayla karışık da olsa, popüler bir reklâm filminde telaffuz edilen “nefs-i suret” “selfi”nin yerine kullanılmaya başlandı.
Bizim oraların tabiriyle dökülen süt bir daha kabını doldurmayabilir. Belki o eski zengin anlam dünyası tamamen geri getirilemez. Ancak ihya ve inşa çabalarının günümüzdeki çorak iklim ve topraklarda vaha etkisi yapacağı gün gibi açıktır.