Ümit Aksoy
Atalar ne de güzel söylemiş. Belki de tam da bu yüzden eskiden şifa dağıtılan yerler şimdilerde hastaların kaldıkları yerlere dönüşmüş durumdalar. Şifa vermeyen hastaneler: Cehaletimizle ne kadar övünsek azdır.
Hastanedeyiz. Annem rahatsız. Beyindeki damarlardan birisi (bir kez daha) tıkandı ve biz de hastanedeyiz bu nedenden dolayı. Eh, kimse hastaneye gelmek, daha doğrusu hastaneye “düşmek”, orada kalmak, yatmak, akşamı orda edip, gece yarıları sandalyede yatmak istemez. Bu böyle elbette işte ama yine de hastane diye bir yer var ve bizler çeşitle nedenlerle oralara gitmek zorunda kalıyoruz vakit vakit. Bütün bunlarla birlikte burada söylenmesi gereken asıl nokta ise ne türden bir hastaneye gitmek zorunda kaldığımızla, yani ne türden bir hastaneye “düştüğümüzle” ilgilidir esasında. Dolayısıyla asıl önemli olan, yalnızca ne yapılırsa hastaneye düşülemeyeceğiyle ilgili olmayıp, bir şekilde düşülmek zorunda kalınan (söz konusu bu) yerin nasıl bir yer olduğuyla veya olması gerektiğiyle ilgilidir. Bu anlamda düştüğünüz hastanenin fiziki şartlarının mümkün olduğu kadar iyi olması en çok önemsenen noktaların başında gelmektedir hiç şüphesiz. Bununla birlikte bu fiziki şartlardan daha önemli olan nokta belki de başta doktorlar olmak üzere bütün bir “hastane teşkilatıyla” (hemşireler, hasta bakıcıları, müstahdemler vs.) nasıl baş edileceğinin öğrenilmesidir aslında. Çünkü başta doktorlar olmak üzere söz konusu teşkilatla ilgili boyutlar, fiziki şartların da üstünde çok daha temelli bir ilişkiyi anlatmaktadır. Bunun nedeniyse başta söz konusu mekanizmayı işleten unsurların tam da bir hastaneyi çekip çeviren bilgi mekanizmasına sahip olmalarıyla ilgilidir elbette. Ve doktorlar bütün bu mekanizmanın/teşkilatın temel noktası olarak (Kalbi mi demeliydim yoksa?) bizlere gülümsemektedirler.
İktidarla kafayı bozan Fuko`nun iktidarla ilgili temel malzemesi “bilgi”dir. Onun için tam da bilgi üzerinden işleyen bir mekanizma vardır dört bir yanımızı kuşatan. Buna göre, bilgiye sahip olan güçlüdür. Buysa Niçe`nin daha önce formülize ettiği “güç istenci”nin daha rafine ve iyiden iyiye detaylandırılmış bir şekilde ifadesiydi esasında. Burada Fuko`nun iktidar kuramı üzerine uzun uzadıya girmek niyetinde değilim. Bizim için bu noktada önemli olan husus, modern iktidar mekanizmasının yahut aygıtının temelde bilgi üzerinden işlediğiyle ilgili durum olmalıdır. Bu anlamda söz konusu “bilgi iktidarının” cisimleşmiş bir örneğini hastane mekanizmasının kalbi olan doktorlara baktığımızda görmek mümkündür esasında. Ve hastanede bulunmak durumunda kaldığım son bir haftada gözümün içine sokulan temel şey, tam da bu bilgi iktidarıyla ilgili noktaydı ne yazık ki.
Denilebilir ki, hastane denilen bir yerde, bizler neredeyse tam olarak karşımızdaki “uzmanlara” teslim olmuş durumdayızdır. Ellerimiz ve kollarımız bağlı bu uzmanlar karşısında. Bize verdikleri ilaçlar, yaptıkları testler ve nihayet uyguladıkları tedavi programları konusunda en ufak bir “bilgi”miz dahi yoktur. Dolayısıyla bu noktada istesek de onların “işlerine” karışmak gibi bir gücümüz yani lüksümüz bulunmamaktadır. Öte yandan doktor dediğimiz bu uzmanların bizler üzerinden sağladıkları meşruiyet ile ilgili olarak söz konusu “uzmanların” (yani doktorların) hayli yanıldıklarının da burada kaydını düşmemiz gerekmektedir. Onların bizler üzerindeki temel meşruiyet güçleri sahip oldukları bilgiden çok bizlerle kurdukları ilişkinin “biçimiyle” ilgilidir. Başka bir şekilde söyleyecek olursam, zaten onlar bilmeleri gerekenleri biliyorlardır ve bizler de buna kani olmuş bir şekilde onlara muhtaç durumdayızdır. Ama asıl sorun oluşturan nokta, onların bizler üzerindeki esas anlamları bizlere göstermedikleri saygı ve hassasiyetle ilgilidir. Dolayısıyla söz konusu ilişkideki meşruiyeti sağlayan nokta “bilgi”den çok “saygı”yla ilgilidir ve sevgili doktorlarımızda olmayan da tam da budur. Burada “saygı” dediğimiz unsur bir ilişkideki temel özü oluşturur. Denilebilir ki saygı (siz bunun adına başka bir şey de diyebilirsiniz), bizlere herhangi iki insan arasındaki ahlakın var olup olmadığını anlattığı oranda söz konusu ilişkinin kendisini var ettiği “atmosferi” yani anlam dünyasını oluşturur. Ve sevgili doktorların sahip oldukları “bilgi” ancak ve ancak böylesi bir anlam dünyası içerisinde bir “değer” haline gelebilir. Aksi takdirde bilgisi olan fakat arkasından “küfür” edilen yani meşruiyeti olmayan içi boş bir unsura dönüşmektedir doktorlarımız.
Cehaletin eskiden, yalnızca bilgiyle ilgili olduğunu sanır ve karşımdaki kişinin cahil birisi olduğunu düşünmem için, onu bilirse bilgili bilmez ise cahil bırakacak bilgiye (ki bu teknik bir bilgi olurdu çoğunlukla) sahip olamamasının yeterli olduğunu sanırdım. Geçen zaman içerisinde anlamış oldum ki, asıl cehalet tam da cahil olduğunu bilmeyecek kadar bir cahilliğin içerisinde olmakla ilgiliymiş. Herhangi bir konuda sadece bilmeyene cahil; bilmeyip, bilmediğini de bilmeyene “-echel-” en cahil; bilmeyip, bilmediğini de bilmeyen, üstüne bir de her şeyi bildiğini zanneden kimselere de “cehl-i mürekkep” ya da “cehl-i mük`ab” yani katmerli cahil ya da halk arasındaki ifadesiyle zır cahil denir. Ve modern zamanların bu anlamıyla en cahil insanlarının tam da başta doktorlar olmak üzere bütün bir hastane sisteminin parçası olan insanlar olduğunu söylemek hiç de yanlış olmasa gerek sanırım. Cahillik, gerçekten yaşta değil baştaymış: Atalar ne de güzel söylemiş. Belki de tam da bu yüzden eskiden şifa dağıtılan yerler şimdilerde hastaların kaldıkları yerlere dönüşmüş durumdalar. Şifa vermeyen hastaneler: Cehaletimizle ne kadar övünsek azdır.