Genç Dergisi’nin 14. yıla yakışan çok değerli bir hediyesi olacak. Yeni dönemde abone olan herkese “Sen Sordun” isimli her biri altın kıymetinde 111 soru ve 111 cevaptan oluşan bir kitap hediye edilecek. Biz de eserin müellifi, dergimizin ve Genç çatısı altındaki tüm faaliyetlerimizin öncüsü, ağabeyi Mehmet Lütfi Arslan ile konuştuk. Hayli ilginç cevaplar aldık.
Öncelikle “Sen Sordun” isimli yeni kitabınız hayırlı olsun. Değerli emeklerinizle dergimiz Genç’in aboneleri için 14. yıla çok yakışan anlamlı bir hediye olacak... Kitabın hazırlanış hikâyesini sizden dinleyerek başlamak isteriz. Kimlerin sorularıyla, hangi temalar etrafında şekillendi bu kitap?
Sen Sordun’un kahramanları, bu hayatta neden +1 olduğuna dair sorunun peşine düşmüş, dolayısıyla rahatsız olmayı ve rahatsız etmeyi hayat tarzı olarak seçmiş GENÇ’lerdir. Onları suretlerinden değil siretlerinden, yüzlerinden değil özlerinden tanıyabiliriz. Temalarını ise dertleri, rahatsızlıkları ve arayışları belirliyor. Herkesin nasıl sorusunun peşinden koştuğu bir devirde bu gençler peşlerine niye sorusunu takmış hayatın üzerine doğru yürüyorlar, çünkü bu hayat yetmiyor onlara.
Kitap çalışmasına başlarken sizin sorularla ilgili müdahaleleriniz oldu mu? Yani şu şu konulara girelim, şuradan uzak duralım gibi.
Herhangi bir müdahalem olmadı, çünkü sorular zaten çok aşina geldi. Kitap akraba ruhlarla bir sohbet gibi, suyun akışı gibi zahmetsiz çıkıverdi. Her iki taraf da neye girilip neye girilmeyeceğini karşılıklı anlıyordu. Soruları biliyor, cevapları umut ediyorduk. Sen Sordun, bu umudun kayda alınmış şeklidir.
11 ana bölüm var kitapta: Açılış, Arayış, Cinsiyet, Çağımız-Çevremiz, Derin Mevzular, Evlilik, Gençlerin Telaşları, Gençlik Halleri, Gönüllülük, Hak Yolculuğu, Medya İlim ve Okumak. Bu bölümler nasıl bir gayeyle oluşturuldu, neyi murat ettiniz?
Onu soranlara sormak lazım. Ben sadece cevapladım. Ama neyi murat ettikleri sorularından bellidir diye düşünüyorum. Bu bölümleme de aslında sorularından murat ne ise onu dillendiriyor. Kendisi olmak ve hiçbir şeyden geri kalmamak… Bu mümkün müdür? Mümkündür ve adı da aşkınlıktır.
“Ne yana dönsen bir kapı açılıyor. Öyledir; çünkü böyle vaat olunmuştur. Ne var ki döndüğün yön aynı zamanda imtihanın geleceği yöndür. Vurulacaksan, oradan vurulacaksın.” ifadeleriniz hayli ilginç geldi bize. Şu yüzden: Her birimiz biriciğiz, ne sesimiz, ne parmak izimiz, ne yüzümüz, ne hislerimiz, ne kavrayışımız, hiçbir şeyimiz bir başkasına benzemiyor tamam ama imtihanlarımız da benzemeyecek? O halde bu dünyaya karşı gardımızı nasıl alacağız?
O yüzden hüsrandayız ya. İmtihanlarımız benzemeyecek, kaybolan tek başına kaybolacak, batan tek başına batacak. Biriciklik denen ve ilk duyduğumuzda bizi heyecanlandıran o nitelik öyle kalırsa, bizi kimseye benzemez bir şekilde bitirecek olandır aynı zamanda. Bizi kurtaracak olan “biz” olmaktır. Bu dünyaya karşı gardımızı “biz” olarak alacağız. Ferdiyetini gerçekleştirmişlerden müteşekkil “biz” kurtuluşumuzun adresidir. Ona erişmenin yolu yol içinde yol bulmak, ana cadde olan tevhid caddesinde şeridini, hızını ve yönünü tayin etmek, kendimizi kendilerinde seyredeceğimiz dostlar edinmektir.
Hakkımızı değil, vazifemizi aramamızı öneriyorsunuz? Bu nasıl olacak?
Soru ne alacağım değil, ne vereceğim olacak. Hakkım ne diye sormayacağız, bana düşen nedir diye soracağız. Herkesin ilk adımı diğerinden beklediği bir zamanda ilk adımı biz atacağız ve bizden bekleneni soracağız. Ne yapmamız gerektiğini, ne verebileceğimizi merak edersek, hakkımızı almak zorunda kalmayız, teslim ederler.
Gelen sorulardan anlıyoruz ki atalet, yorgunluk hali, tükenmişlik sendromu, heyecansızlık diyebileceğimiz hususlarda yoğunlaşan bir merak söz konusu. Biz de dahil olduğumuz pek çok ortamda bu meselelerle karşılaşıyoruz. Günümüzde bunu ciddi bir sorun olarak görüyor musunuz? Sizin heyecansızlıktan yakınan arkadaşlarımıza öneriniz ne olur?
Bir büyüğe “aşk nedir” diye sormuşlar, “ben ol da gör” demiş. Heyecan da heyecansızlık da insan halidir. “Bazen öyle bazen böyle” denmiştir. Çare heyecanı bol olanın yanına yaklaşmak, heyecanı az olandan uzaklaşmaktır. Bu ise heyecan vesilelerini artırmak, heyecansızlık sebeplerini azaltmakla olur. Varoluş en büyük heyecandır; bunu hissetmeyen perdelenmiştir.
Sorular epeyce geniş bir sahadan gelmiş aslında. Niçin +1 olarak yaratıldığımızdan gençliğin kıymetini bilmeye, Allah dostu olmaktan evliliğe, kariyerden gönüllüğe kadar çeşitli konularda merak edilenler size yöneltilmiş. Hemen herkes kendisine doğrudan hitap eden sorular bulacaktır. Belki bazılarını da atlayacaktır. Ne dersiniz bu hususta?
Bulduklarımız miri malıdır, umarız hepimizi kurtaracak güzelliklere vesile olur. Atladıklarımız nasibimiz değildir, kimse mesul olmasın diye dua ederiz.
Gençlerin hallerinden, genel olarak ülkemizden ve dünyanın geleceğinden, insanlık hallerimizden ümitvar mısınız? Yoksa karamsarlık yönü daha mı ağır basıyor?
Hüsran fabrika ayarımız, umut irade ayarımızdır. Vakıayı görür, vasıtayı bilir, neticeyi dert etmeyiz. Biz üzerimize düşenin yapıp yapmadığımızla meşgulüz, dünya ya da insanlığın ne olacağını Sahibi bilir.
Sorular içerisinde en çok hangilerine cevap vermek sizi daha fazla memnun etti? Yani şunu da iyi ki sormuşlar, atlamamak gerekiyordu dedikleriniz oldu mu?
Gönüllülük soruları, gönlün doğru limanı araması anlamına geldiği için içimi açtı. İçimi kapatan soru olduğu anlamı çıkmasın buradan, en fazla içimi kanatan soru olmuştur, o da zaten bir ihtiyaca binaendir, bazı şeyler kanamadan şifa bulmaz.
Çok şaşırtıcı sorularla karşılaştınız mı? Varsa örnek vermenizi rica etsek...
İnsana dair hiçbir şey şaşırtıcı gelmez bana. Mamafih her insan şaşırtıcıdır, çünkü her insan bizatihi sorudur.
Bu kitabı bitirenler, “gözleri gök kadar derin birer genç” olacaklar mı?
Cevapların değil, soruların kalbinde ma’kes bulduğu her genç gözleri gök kadar derin bir gençtir zaten.
Kitapta 111 soruya cevap verdiniz, şimdi de buradaki sorulara yanıt veriyorsunuz. Peki sizin okuyucularınıza sormak istediğiniz bir soru var mı?
Ben verdiğim cevaplarla rahat ettirmeyi değil rahatsız etmeyi istedim. Bütün cevaplarım tek bir sorunun dipnotudur ki o da “neden artı birsin” diye sorulmuştur. Kitapta ya da burada sorulara cevap verdiğimi düşünenlerle maalesef aynı yerde değilim. Cevaplar yeni sorular doğuruyor diyenlerle bir yerde olabilirim. O yer sorunun dile ve söze, cevabın gönle ve hale ait olduğu bir yerdir.
Türkiye’de devletin son yıllarda vakıfların ilgilendiği pek çok alanda hizmetler sunmasıyla birlikte gönüllülük sizce bitti mi? Yoksa yeni bir evreye mi geçti?
Devlet artık büyük STK, STK’lar küçük devlettir. Rol çalma ile iş yürümez. Herkes yerine ve bittabi mehabetine geri dönmelidir. Bunun yolu ise gönüllülüğün tekrar gönle terfi etmesinden geçiyor. Gönüllülük hakiki anlamda gönülden yapılsa ne devlet STK’ların işine talip olur, ne de STK’lar devleti oynarlar.
Deizmin, ateizmin, din yorgunluğunun yükseldiğine dair yorumlara katılıyor musunuz?
Bunların hepsi dolaylı neticelerdir. Esas olumsuzluk “hazizm” denen yeni ideolojinin yükselişidir. Herkesin bedel ödemeden rahat, haz ve konfor aradığı, kimsenin bir başkasının acısı, derdi ve sıkıntısını görmeye yanaşmadığı bir zamanda daha büyük bir bela aramaya gerek yok.
Hiç şiir yazdınız mı?
Yaşamaya çalıştım.
Sevdiğiniz birkaç şair ismi rica etsek?
Ne şair ne de başka bir kalem ehli sevilmek için yazmaz. Sevilmek için yazan da zaten sevilmez.
Başucu kitaplarınız var mıdır?
Kitaplarım hep başucumdadır.
Müzik dinler misiniz? Dinlerseniz hangi türleri daha çok seversiniz?
Sessizliği dinleyemez hale geldiğimde müzik dinleme ihtiyacı baş gösterir. O zaman ağıt yakmak gerekir. Öyle bir kabiliyetim olmadığı için de böyle bir anda ağıt türü, hüzün temalı parçaları tercih ederim.
Bu hayatta en çok neye değer vermek gerekir?
Sahip olduğumuz ne ise ona. O da tecrübe ettiğin şu andır sadece, başkası değil.
Modern hayatın sizce en güzel nimeti nedir?
Nimet kavramı modernite ile ilişkilendirilecek bir kavram olmadığı için bu soruyu yok sayıyorum.
Tanışmaktan çok memnun olduğunuz bir kişiyi ve nedenini söyleyebilir misiniz?
Hayatıma giren herkesi tanımaktan memnunum, nedenini O biliyor, ben yaşıyorum.
Dergiler sizin için ne ifade eder?
Vuslata giden ara istasyonlardır. Önümüzde ışıldarlar, ama geçip gidilecek bir menzilden ötesi olamazlar.
Her ortamda yazabilir ve okuyabilir misiniz?
Bunu ortam değil halet belirler.
Son zamanlarda zihninizi en çok ne meşgul ediyor?
Kalbimizin nasıl aklettiği…
15 yıl sonra size ne sorulmasını isterdiniz?
Ne sormalıyız size?
Kendi söküğünüzü kendiniz mi dikersiniz?
Kendim diktiysem, evet.
KİTAPTAKİ ŞIK SORULARDAN BAZILARI
Müslüman gençler olarak, modern çağda karşılaştığımız durumlara karşı dilemmalar yaşayabiliyoruz. Her şey çok girift geliyor ve bizleri bunaltabiliyor. Bu ikilemler normal midir? Böyle durumlarda kendimizi nasıl sükûnete erdirebiliriz?
Putçuluk devam ediyor mu?
Dünyaya nasıl yeteceğiz?
Kırmamaya, kırılmamaya çalışırken kırılıyorum da kırıyorum da. Yolda kalmaya çalıştıkça daha yolun başında yoldan çıkıyorum. Değişimin zamanı mı var yoksa sadece benim bahanem mi?
Nefsin hazlarından ruhun hazlarına nasıl göç edeceğiz?
İnancımız var, ümidimiz var ama mecalimiz yok. Bu hoş görülebilir mi?
Gönüllü faaliyetler içinde gençlerin gönüllerinin kırıldığına, insanların birtakım hevesler uğruna harcandığına şahit olup üzülüyorum. Ceketini alıp çıkan bu gençleri kırmaya değer mi?
Allah dostu olmaktan başka çarem yokmuş gibime geliyor, Allah dostu olmam mümkün mü?