Ülkemizin yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden biri olan Cemil Meriç’in kızı Ümit Meriç Hoca “Babam Cemil Meriç” isimli yeni bir kitap yayımladı geçtiğimiz aylarda. Yeni bölümler eklenmiş, zenginleştirilmiş ve fotoğraflarla süslenmiş bu çalışma hem önemli bir hatırat, hem de fikri mirasımızın yeni nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılması konusunda muhim bir araç. Cemil Meriç’in dünyasına ütopik değil kanlı-canlı, tabii bir biçimde girmeye olanak tanıyan bu kıymetli eseri vesile ederek Ümit Hoca ile babasından devraldığı örnekliği, artı-eksi yönlerini, memur maaşıyla kurulan Meriç kütüphanesini, babasının kitap merakını, şimdilerde Külliye’de kurulması planlanan 5 milyon kitaplık kütüphanenin taşıdığı anlamı, kendi özgün çalışmalarını ve daha pek çok konu üzerine sohbet etme imkanı bulduk.
Babanız okuma merakı ve kitap aşkı size zengin bir kütüphane olarak miras kaldı. Sizin de gelişiminizde çok önemli olduğunu düşündüğüm Meriç Kütüphanesi’nden bahsederek başlayalım sohbetimize dilerseniz. Böyle bir isimlendirme yapabiliriz herhalde.
Rahatlıkla yapabiliriz. Ben o kütüphanenin varisi değilim, sahibiyim, çünkü okuyorum. Çalışıyorum onun üzerinde. Ben lise son sınıfta iken, tabi ne televizyon var, ne bilgisayar var, ne telefon var, kitap vardı sadece. Babamın bize hediye ettiği kitaplar daha doğrusu bize gelen, özel olarak alındığını zannetmiyorum, mesela Peyami Safa’lar var. Orhan Veli’nin tercüme ettiği “La Fontaine Masalları”, Michel Zévaco’nun “Pardayanlar”ı var.
Özel olarak çocuklar için seçilmiş bir kütüphanemiz yok. Fakat ben çocukluğumdan itibaren o kütüphaneden kitapları çekiyorum, mesela Shakespeare’in Fransızcası var: Othello, Romeo ve Juliet. Daha okumayı bilmediğim günlerde bile onlara bakıyorum ve hayal kuruyorum. Bu kütüphane benim hayal ve zihin dünyamı çok zenginleştirdi.
MEMUR MAAŞIYLA BÖYLE KÜTÜPHANE NASIL OLUR?
Babanızın kitaplara düşkünlüğü herkesçe malum. Çok sahaf gezermiş. Sahaf dostları da babanızın ilgisini çekecek bir kitap olduğunda babanıza haber verirlermiş. Şunu çok merak ediyorum: Bir memur maaşıyla, yanılıyorsam düzeltin lütfen, babanız bu kadar kitaba nasıl sahip oldu, bu zengin kütüphaneyi nasıl kurdu?
Formülü var, şöyle ifade ediyor Cemil Meriç: “Kitap seveni bulur evladım!”. Bunu ben de tecrübe ettim. Sosyoloji’de asistan oldum 1969 yılında hocam Nurettin Şazi Kösemihal, bana Sosyoloji Tarihi dersini verdi. Kendisinin kitabı var, fakat ben hocamın hazır olarak kitabını anlatmak istemiyorum. Öğrendim ki Sorokin’in kitabı esas olarak alınmış o kitapta. Sorokin’in orjinalini bulmam lazım. Abim o sırada Fransa’da doktora yapıyor. Ona mektup yazdım. “Abi” dedim, “Sen Paris’tesin. Seine nehri kenarında sahaflar var. Oraları dolaş, Sorokin’in “Çağdaş Sosyoloji Teorileri” kitabının Fransızcasını bulursan hemen al” dedim. Mektubu fakültedeki odamda yazdım, zarfa koydum, 3 kat aşağı indim, pulunu aldım, yapıştırdım, attım kutuya. Hemen ardından çıktım sahaflara gezmeye gittim. Sahaflarda soldan ikinci dükkan bizim de kütüphanemizin ana kaynağı Nizameddin’in dükkanına girdim, kitaplar yığılmış. En üstte Sorokin’in “Çağdaş Sosyoloji Teorileri”nin Fransızcası. (gülüyor)
Kitap seveni bulur.
Aynen öyle. Kitap seveni bulur evladım. Tabi şimdi sahaflık biraz başka bir yere kaydı, sona doğru yaklaşıyor. Umarım sonu gelmez. Babamın kütüphanesinin nasıl oluştuğuna tekrar gelecek olursak, önemli entelektüellerin, ailelerin kütüphaneleri bir şekilde sahaflara düşerdi. Mirasçılar çok düşük fiyatlara kütüphaneden kurtulmak isterdi. Bunların çoğu Nizameddin’in sahafına gelirdi. O da babamı arardı, gel bu kitaplara bak diye. Bu şekilde babam gerçekten son derecede geniş bir kütüphaneyi Türkiye için, kültürümüz ve irfanımız için hazırlamıştır. Ve o kütüphaneden bugün bir kitap dahi eksilmemiştir. Babamın doğu edebiyatlarına çok ilgisi var biliyorsunuz. Doğuya, Asya’ya, Hind’e, İran’a... Psikoloji, sosyoloji, felsefe, hukuk, iktisat ve Avrupa edebiyatları. Ve lügatlar... Farklı ilgi alanlarına hitap edecek zengin bir kütüphanemiz mevcut şu an.
PADİŞAHLARIMIZIN, ALİMLERİMİZİN KÜTÜPHANELERİ NEREDE?
Bu sizin için çok önemli bir nimet kuşkusuz.
Gerçekten öyle. Şu soru önemli diye düşünüyorum: Babalarınızdan, dedelerinizden size intikal eden bir kütüphane var mı? Bu soruyu şu şekilde de çevirebiliriz; padişahlarımızdan, alimlerimizden bize intikal eden bir kütüphane var mı? Bakın İngiltere’de meşhur British Library, Fransa’da Bibliotheque Nationale de France var. İngiltere denilince Biritish Museum ile British Library; Fransa’da Bibliotheque Nationale de France ile Louvre beraber hatırlanır. Londra’daki British Library’nin çekirdeği İngiltere kralı III. George’un kütüphanesidir. Fransa’daki Bibliotheque Nationale’in çekirdeği Fransa kralı I. François’ın kütüphanesidir. Peki bizim padişahların kitapları nerede? Padişahlarımızın kitapları medreseler zincirinin zirvesi olan Ayasofya’da uzun yıllar bulunmuş.
Sonra Süleymaniye’ye taşınmış.
Sonra da Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşınmıştı evet. Şu anda tel örgülü dolapların arkasında duruyor. Şimdi biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde büyük bir kütüphane inşa ediliyor.
Beş milyon civarında kitap olacakmış.
Evet, beş milyon kitaplı kütüphane inşa ediliyor. Muhteşem bir bina tasarlanıyor. Bana sorarsanız bu kütüphanede bir kitap müzesi de olmalı. Orada Nizâmülmülk’ün, Kaşgarlı Mahmud’un, Hz. Mevlana’nın mümkünse orjinal eserleri sergilenmeli; Büyük Selçuklular’dan, Anadolu Selçuklular’ından, beylikler döneminden, Bağdat Kütüphanesi’nden, Endülüs kütüphanelerinden; Mısır’dan, Hindistan İslam Devleti’nden eserler temin edilmeli. Ayrıca Osman Gazi’den başlayarak, son Osmanlı padişahına kadar; Atatürk’ün Çankaya’daki kütüphanesinden son Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a kadar Cumhurbaşkanlarımızın kütüphanelerinden seçilen eserler sergilenmeli. Ben mesela Çankaya Kütüphanesi’nde sergilenen Atatürk’ün okuduğu bir kitap hatırlıyorum: Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi. Kenarına el yazısı ile notlar alınmış. Bu kitaplar kütüphanenin müze kısmında yer almalı.
Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’nde ise Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın temsil ettiği 16 Türk Devleti ile ilgili dünyada çıkmış ne kadar eser varsa hepsi toplanmalı. Çinçeden İspanyolcaya, Arapçadan Rusçaya kadar bütün dünya dillerinde kaleme alınmış olan eserler bu kütüphanede bulunmalı. Ayrıca milletimizin ve ümmetimizin yaşamış olduğu ve yaşamakta olduğu toprakların tarihi hakkındaki eserler de mutlaka bu kütüphanenin raflarını süslemeli. Bu cümleden olmak üzere Hititliler, Asurlular, Romalılar, Yunanlılar, Mısırlılar, Tunuslular ilgi alanımıza dahil edilmeli. Ayrıca sadece kitaplar değil, dünyada yapılmış olan doktora tezleri elektronik ortamda mutlaka bulundurulmalı. Yani Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi, milletimizin sahip olduğu iki bin yıllık hafızanın elektronik beyni hükmünde olmalı. Böylece bir kültür ve bir irfan kütüphanesi ülkemizin geleceğini anlamak adına burada inşa edilmeli.
Ben British Library’e gittiğim vakit yürüyen merdivenlerden çıkıyorum karşıma gelen üç kat yüksekliğindeki sütunun içinde, III. George’un okuduğu kitapları görüyorum. Merak ediyorum. Padişahlarımız neleri okuyordu? Devlet adamlarımız, Sinan Paşa ne okuyordu acaba? Nedim ne okuyordu, ya Cevdet Paşa? Bakın Arkeoloji Müzesi’nin kütüphanesine gidin. Girişte Abdühamid döneminin devlet adamlarından olan Ahmet Cevad Paşa’nın kitaplarının içinde saklandığı, orjinal, camlı kütüphanesi var. Orada yer alan bir kitap var: “Voyage en Afrique”. İki ciltlik Afrika Seyahatnamesi. Osmanlı’nın çöküş döneminde bile Osmanlı paşasının ilgisi Afrika kıtasının bütününü kucaklıyor.
Bir rüya göreceksiniz, o rüya sizi iddia sahibi yapacak ve onun peşinden gideceksiniz değil mi?
Elbette. Biz bir iddianın sahibi olan toplumuz. Bizimle onun için bu kadar uğraşılıyor. Hafızamız bunun için iğdiş edilmek istendi. Yeni kuşaklara çok iş düşüyor. Hafızamızın yeniden fethi gerekli.
Üsküdar’da Atik Valide Cami’nin avlusunda gidip böyle öpesim gelen bir çınar ağacı var. Mimar Sinan zamanında dikilmiş bir çınar ağacı bu. Çürümüş, içi boşalmış, üstünü de kesmişler ama yanından taptaze bir filiz yükseliyor. Osmanlı Devleti’nin devamı olan Cumhuriyetimiz bu yeni filiz gibi. Gövdemiz taze ama kökümüz muhteşem. O kök üzerinde yükselen yeni filizin de zaman içerisinde muhteşem olacağına inanıyorum.
KENDİ ÇALIŞMALARIMLA MEŞGUL OLMAK İSTİYORUM
Babanızın vefatı üzerinden 31 yıl geçti. Bu kadar yılda Cemil Meriç’e dair yapılan pek çok panel, sempozyum, konuşmalar, belgeseller ve yayınlanan eserler var. Bunları yeterli görüyor musunuz ve genel anlamda hakkının verildiğini düşünüyor musunuz?
Hakkı verilmese idi biz bu söyleşiyi yapıyor olmazdık. Ben Cemil Meriç’in Türkiye’de okunduğunu, üzerinde çalışıldığını ve Cemil Meriç’in gösterdiği istikamete doğru da yeni çalışmalar yapıldığını düşünüyorum. Bahsettiğiniz konularda bir kitap çalışmamız var: “Cemil Meriç’in Türkiye’si ve Türkiye’nin Cemil Meriç’i”. Ona dair yapılan tüm çalışmaları derleyip topluyoruz. Yakında tamamlanıp yayınlanacak inşallah. Fakat Meriç olmak Ümit’i çok ezdiği için ben daha çok kendi çalışmalarımla meşgul olmak istiyorum, bu bahsettiğim kitabı biraz öğrencilerime devrettim. Meriç soyadını başımın üzerinde taşıyıp Ümit adını öne çıkaran çalışmalar yapmak istiyorum. Böylece bana ümit bağlayan babamın ümitlerini de boşa çıkarmamış olacağım inşaallah.
Ne tür çalışmalarınız olacak hocam?
Türkiye’nin dua bilmeye çok ihtiyacı var. Bir dua kitabı hazırlıyorum. Benim maalesef İslami terbiyem çok hüdayinabit bir terbiyedir. Hoca tezgahından geçmemiştir. Ama dua etmeyi çok severim. Hatta emeklilikten sonra beni çağıranlara diyordum ki “Ben artık yeterince konuştum, dua etmemi istiyorsanız geleyim”. “
Dünyanın Kalbigâhı İstanbul”, “Asırlar Harman Yeri Anadolu” ve “Dünyadan Kainata Mektuplar” başlıklı 3 ayrı çalışmam var. Bu 3 kitabı “Şehir Denemeleri” başlığı altında toplamak istiyorum. Ama mesela sadece İstanbul’la ilgili olarak okumam gereken koca bir kütüphane dolusu kitap bulunuyor. Diğer konular için de öyle. Bunların okunması birkaç yılı alır, yazması da ayrı birkaç yıl. Bir de biliyorsunuz 30 yıl üniversite kürsülerinde sosyoloji anlattım. Bir dostumuz o notların muntazam halini 3 cilt olarak hazırlıyor. Konfüçyüs’ten başlatıyorum ve “Sosyolojik Düşünce Atlası” diyorum bu çalışmaya.
Babam gözlerini kaybettikten sonra geceleri kalkar, gizlice kütüphaneye geçer bir kitabı çekip başında hüngür hüngür ağlardı. “Hiçbirinizi okuyamayacağım” derdi. Ben de şimdi gözlerim görüyor ama aynı psikolojideyim. “Okuyacak vaktim kalmadı sizleri” diye benim de hüngür hüngür ağlayasım geliyor.
Siz 8 yaşındayken babanız gözlerini kaybetti. Yaklaşık 33 yıl boyunca tabiri caizse onun gözleri oldunuz. Işık oldunuz onun için. Bu çok önemli bir tecrübe. Bu süreçte temel olarak babanızdan aldığınız örnekler nelerdi? Ve şunu da sormak isterim yer yer ona dair kızgınlıklarınız ve eleştirileriniz oluyor muydu?
Babamdan aldığım örneklerden en önemlisi ömrünün hiçbir saniyesini boşa geçirmemeye çalışmış bir insan olmasıdır. Gerçekten kum saati misali Cemil Meriç, görmeyen gözlerine rağmen, her dakikasını faydalı bir işle geçiren bir insan olma hususunda zirveye varmıştır. Yani o kadar çalışkan bir insan hayatımda görmedim. Vaktini çok iyi kullanır elindeki imkanlar nispetinde. Ya okur, ya da yazar. Zaten şöyle söylüyor: “Hayatımı iki kelime hülasa eder; öğrenmek ve öğretmek”
Babam Cemil Meriç’in paylaşmadığım tarafları zaman zaman oldu. Hatta kitabımda da bazı şeyleri ilk defa söylüyorum. Benim elhamdülillah alnımın secdeye varma sürecinden sonra başlayan oruç tutma serüvenim var. 30 yaşında namaza başladım ben. 15 senelik bir oruç borcum vardı, onu kaza ettim. Fakat oruçtan o kadar zevk aldım ki ben oruç tutmaya devam ettim. Annem öğlen sofrayı hazırlıyor “Haydi sofra hazır, buyurun” diyor. Babam kalkıyor, ben yazıhanenin başında oturuyorum. “Evladım gelsene” diyor, “Babacığım ben orucum” diyorum. Bir gün, iki gün, bir ay, beş ay babam kızdı. “Evladım bu ne orucu, evliya mı olacaksın?” dedi. Şimdi bu mesela, babamın beni bu açıdan anlamadığını gösteren bir olaydır. Ama esas olarak babasının duasını almış olan bir evladım.
Anne baba rızası çok önemlidir. Biliyorsunuz hayatının son yıllarında felç oldu. O süre zarfında ben pek sormam böyle bir şey ama o gün aklıma geldi. “Babacığım benden razı mısınız?” dedim. Hem kör, hem felçli, durumu ağır yatıyor. 2.5-3 sene böyle devam etti. Ee böyle bir an durdu, şöyle alnını kaşıdı. Dedi ki, “Dünya kuruldu kurulalı eğer bir baba evladından razı oldu ise, o baba benim” dedi.
Ne güzel bir baht.
Yani profesörlüğüm bir yana, dervişliğim de bir yana ben hayatımda babamın benden razı olmasını söylemesinden daha önemli bir madalya sahibi olmadım. Annenizden babanızdan mutlaka rıza dualarını alınız.
Allah sağlık sıhhat ve ağız tadı versin ki bu emekleriniz kitaba dönüşebilsin ve biz de istifade edelim.
Amin, çok ihtiyacım var bu duaya. Teşekkür ederim.