Edebiyatın Kimliği Meselesi
Rasim Özdenören Ruhun Malzemeleri ve Köpekçe Düşünceler kitaplarında edebiyatın kimliği konusunu enine boyuna tartışır. Köpekçe Düşünceler’deki ‘Bir Edebiyatın Kimliğini Belirlemek’ yazısında bir edebi eserle o eserin meydana getirildiği ortam arasında bir ilişki olduğu söyledikten sonra Türkiye’de yapılan edebiyatın kimliğini nasıl belirleyeceğimizi soruyor ve Necip Fazıl, Orhan Okay ve Akif İnan’dan cümleler alıntılıyor.
Necip Fazıl, Esselam isimli eserinin Türk Edebiyatında yeni zamanların İslamî tahassüste yazılmış ilk kitabı sayılmasını diliyor. Orhan Okay ‘millet olarak İslamîyeti kabulümüzden sonraki yazılmış her eserin İslamî olduğunu söyleyebilirim’ demiş. Akif İnan’a göre ise ‘İslam sanatçısı ister beşeri aşkı, isterse eğlentiyi dile getirsin eseri İslamîdir.’
Özdenören ise günümüzde Müslümanların ilgi çekici bir tecrübeden geçtiklerini ifade edip dört tip Müslümandan bahseder:
- İslam dışı bir toplumda Müslümanlığının bilincinde olmadan yaşayan Müslümanlar.
- İslam dışı bir toplumda Müslüman olarak yaşanabileceğine inananlar.
- İslam dışı dünyayı oportünist araçlarla da olsa İslamîleştirmeye çalışanlar.
- Oportünizmi reddederek Müslümana mahsus dünyayı İslamî araçlarla gerçekleştireceğine inananlar.
Yazar bu tasnifle de yetinmeyip İbni Haldun’un Mukaddimesinde edebiyata hayli yer vermesine rağmen bu konulara en ufak bir şekilde değinmediğini yazar.*
Yeni durumu görmeli artık!
Özdenören’in amacı eski devirlerin sanatçısı ile günümüz sanatçısı arasında derin farklar olduğunu vurgulayabilmektir. ‘Günümüz Müslümanı gündelik hayatını dinden soyutlanmış bir ortamda sürdürmek zorunda bırakılmıştır.’ der. Bunu böyle söylemekle bir kaçış edebiyatı yapıyor da değildir Özdenören.
Aksine meselenin üzerine üzerine gitmek anlamına geliyor Rasim Özenören’in tercih ettiği yol. Modernist olarak yaftalayamayacağımız bir dikkatle yapma gayretindedir bunu Rasim Özdenören konuyu irdelerken.
Müslümanın elinden çıkmış her esere İslamî edebiyat demeye kalkışmanın doğru olmayacağını ve bu tür eserlerin Müslümanca bir edebiyatı ortaya çıkaracağını belirtir. Özdenören’in bu tercihinden ‘Her şeyin İslamîsini ortaya koyalım’ anlayışının erken bir uzantısı olarak boy veren ‘İslamî Edebiyat’çılardan olmadığını çıkarıyoruz. İslamî edebiyatçı değil ama İslamcı Edebiyatçı diyebiliriz Özdenören için. İslamcı Edebiyatçı isimlendirmemiz de son derece geçici bir dönemin isimlendirmesini yansıtacağı için böyle söylemememizde, en azından İslama bağlı biri olarak söylememekte fayda var. Bırakayım da, kendisini İslam dışında gören birisi bunu söylesin. İslamcı isimlendirmesi, dikkatle bakıldığında Müslümanların dışındakiler tarafından Müslümanlara takılmış bir isim olduğu için bizim ağzımıza tam da yakışmıyor. Fakat meseleleriyle yüzleşmekten kaçmayan, muhafazakârlığa teslim olmaya niyeti de olmayanlardan olduğumuzu ifade etmek için “İslamcı” demek yeğdir.
Biliriz ki İslamcılık bu ülkede hiç bir zaman rant getirmemiştir.
Hep yaftalanmak anlamına gelmiştir.
Kimi dindarlara çamur atma derdindekiler de kendilerinden daha az muhafazakârlar “İslamcı onlar” çamurunu atmaktan çekinmemişlerdir. Ve herkes her dindara İslamcı derken hemen hemen hiç bir dindar kendisine İslamcı dememektedir. İşte tam da bu noktada Mehmet Akif’in “Mürteciyim gelsin işitsin dünya, hem de baş mürteci” dediği gibi İslamcıyım demek işi rahatlatan bir çıkış olacaktır kanaatindeyim.
Yani özcesi: İslamcı kelimesini çok tercih etmiyoruz ama herkesin vebalı gibi kaçtığı bir ortamda evet, İslamcı, o başı ezilesi, o tehlikeliler biziz!
Picasso İslam sanatçısı mı?!
Ruhun Malzemeleri kitabındaki ‘Picasso’nun Hatları’ yazısında Özdenören Picasso’nun İslam Hat Sanatından bir hayli etkilenerek bir kısım Kur’an harflerine benzer çizimler yaptığını anlatıp ‘şimdi Picasso’ya İslam sanatçısı mı diyeceğiz?’ diye sorar. Bu örneğinden hareketle Türkiye’deki İslam’la alakasız kimi şairlerin şiirlerinde İslamî motifleri kullanmalarının onları İslam sanatçısı yapmaya yetmeyeceğini belirtmiş olur. Bu bir nevi Orhan Okay’a da cevaptır. İslam’ın kültür olarak algılanmasının doğru olmayacağını söyleyen Abdurrahman Arslan ile yan yana durur Özdenören’in bu önemli vurgusu. Özdenören’in yazısından bu yana 25 yıl geçmiştir. Türkiye’de İslam’dan ‘yararlanan’ şairlerin ve şairimsilerin sayısı artmıştır ama bu onları Müslüman, dindar yapmaya yetmemiştir. Zaten iş çoklukla bu yararlanmayı gerçekleştirenlerin Müslüman olma gibi bir niyetleri de yoktur ama peşlerine sayısı belirsiz saf ‘Müslüman okur’ hayran olarak takılmıştır.
Öğretmeni öbür mahalle olanın..
İslamla ilgili konuları ve Müslümanlığın uzantısı meseleleri temel eserlerinde ve esaslı sanatçılarında aramaya yanaşmayanların hali hem komiktir hem de acı. Bir ilahi dinlemekten utananların Sezen Aksu’nun ‘Lailaheillallah’ı ile mest olmaya kalkışmaları gibi bir şeydir bu ve ‘bu da bağımıza gelmiştir’. 8-10 yıl önce gelmiştir. Sadece orada kalmamış, bağımıza gelenlerin artarak devam ettiği yıllar olmuştur sonraki yıllar!..
Kötü romancı nasıl biri?!
Roman ve Tarih: Yazar, Braudel’in Tarih Üzerine Yazılar’ından tarihçilerin kahramanlar konusunda romancılarınki gibi bir esnekliğe sahip olamadığını ifade eden iki cümlesini alıntılar önce. ‘Öyküde olsun, romanda olsun, şiirde olsun yazarın, şairin aklına geleni döktürdüğü’ algısının çokça taraftarı bulunmasına rağmen bunun böyle olmadığını belirtir. Her sanatçının yazdığı türe özgü iç zorunluluklarla karşı karşıya olduğunu belirtir.
Özdenören Köpekçe Düşünceler kitabında romanın da tarih gibi constructive bir zihinsel faaliyet ürünü olduğunu, tarihçinin de, romancının da zihinlerinde önceden oluşmuş ‘anlamlar dizgesine’ müracaat ettiğini söyler ve tıpkı iyi tarihçi ile kötüsünün farkının ortaya bu müracaat sonrasındaki tutuma göre çıkması gibi iyi romancı ile kötü romancının da burada ortaya çıktığına işaret eder. Eğer yazar romanında kahramanını karakterinin gereğine göre değil de ‘keyfine göre’ hareket ettirirse kötü romancı olmuş olur.