
Senin bu hallerinin bir ilmi var kardeşim, biliyor musun? Hayır psikoloji dedikleri bilimden bahsetmiyorum. Psikolojiyi bir bilim saymayanların sayısı Allah’a şükür az değil. Kapitalizm 19. yüzyılda bilimler arasına sokuşturuverdi onu. Anthony Standen’in “en bilim olmayan bilim” olarak nitelediği psikoloji bilimi değil benim size bahsetmek istediğim hal ilminden kastım.
Sana senin hallerinin ilminden bahsetmek istiyorum. Kalpleri halden hale evirip çeviren Rabbimizle bağını koparmamış, haddini aşmamış bir ilim.
Allah’a ve insana meydan okumayan bir ilim.
Senin ilmin.
Senin hallerinin ilmi.
Kendi kavramlarınla konuşabileceğin, önünü görebileceğin o güzel ilim. İlm-i hâl. Hâl ilmi.
Hayatta en sevmediğim şeylerden biri de fıkhî bir tartışmanın ortasında veya kenarında veya herhangi bir yerinde kalmaktır. Fıkhi konularda açık, net, bilinçli tercihim bir hükmü tartışmak değil ilmihale bakmak, ilmihalde ne diyorsa onu kabul etmek olmuştur. Hatta kabul etmek ne haddime, ona uymak olmuştur demeliyim.
Aklıma yatsa da yatmasa da yapmam gereken ne ise onu yerine getirmeye bakarım. Aklım her ne kadar pozitivist bir akıl olmasa da, modernist komplekslerle İslamı algılamaya çalışan biri olmadığım halde yine de dinimi ne tartışarak ucuz akıllara kurban etmeye niyetim var ne de kendi aklıma ve nefsime kurban etmeye niyetim var.
Dini tartışan insanlardansa dinini yaşamaya çalışan insanlar benim için daha muteberdir. İnsan yaşarken çokça yanlışa düşebiliyor. Hatalar edebiliyor. İyiyle kötüyü birbirine karıştırabiliyor. Neyin iyi neyin kötü olduğunu, heva ve heveslerini dinlemeye başladığında ayırt edemeyebiliyor.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde zorunlu eğitim diye bir uygulama, bir insan budama faaliyeti var. Çocuklarını pozitivist, ölmüş devlet başkanlarını putlaştıran okulculuk sistemine teslim etmek istemeyenlere hapse atılmaya kadar varan çeşitli yaptırımlar uygulanıyor.
Kapitalizm ve tüketim kültürü isimli komutanları ile şeytan insanlığa kök söktürüyor. Bilim, sanat, teknoloji, iktisat, idare, turizm, talim ve terbiye kendilerine uygun görülen kurgulanma ve içerikleri ile şeytana bağlılıklarını en keyif verici, haz yayıcı, örtük faşizan biçimde sürdürüyor.
Şeytandan bağımsız, özgür bir bilim, sanat, iktisat, talim, terbiye dünyası oluşturabilir miyiz, bilmiyorum. Şeytanilikten arındırılmış bir dünya, bir yeryüzü cennetini çok da reel görmüyorum. Fakat bu demek değil ki Hakkın üstün olduğu, Allah’ın hükmünün hakim olacağı bir dünya için çalışmamalıyız. İmtihanın sırrı da zaten biraz burada değil mi?
Dünyevilik sadece dünyaya dalanlar için, dinini hiç aklına getirmeyenler için tehlike değil. Sadece kendini ona gönüllü kaptıranların tuzağı değil dünya. Dinini yaşamak isteyenler için de tuzak olma özelliğini sürdürüyor dünya.
Modern zamanların fıkhı bir yandan kendini oluştururken modern alışkanlıklar, tüketim kültürü bir yandan da birçok kardeşimizi yutmaya devam ediyor.
Neyin helal neyin haram olduğunu fena halde karıştırıyoruz.
Mekruh, mendub, mübah, müstehab, vacib bir çoklarımız için unutulmuş kelimeler.
Fıkıh “marifetün nefsi maleha vema aleyha” değil miydi?
Kişinin kendisinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi değil miydi fıkıh?
İmam-ı Azam böyle öğretmemiş miydi bize fıkhın tarifini?
Gençlerimizin çoğu artık fıkıh kelimesini tanımıyor bile.
Fıkıh kelimesini duymamış bir genç ne kadar bizim gencimiz sayılabilir?
Eline 15 yaşına kadar hiç ilmihal almayan genç oranı memleketimizde yüzde kaçtır acaba?
Elbette gençlerimize fıkha ihtiyaç duyacak kadar, yani doğru yaşamaya çaba gösterecek kadar dinini sevdiremediğimiz için gençleri suçlayacak değiliz. İslamı yaşama şevkini içinde hissetmeyen birine ilk yapılacak şey elbette git abdest almayı öğren demek değil! Ona Müslümanlığı sevdirecek güzel bir Müslüman hayatını bizzat kendi yaşantımızla sunmak; yapmamız gereken bu. Ondan sonrası gelir zaten.
Kendini Kur’an ve Sünnetten, Allah dostlarından, güzel Müslümanlardan mahrum bırakma.
Halini güzelleştirmeye haydi bir niyet et!
Haydi Bismillah!