Konuşan:
AYDIN BAŞAR
İslam düşüncesi alanında önemli çalışmaları olan yazar Ali Bulaç Bey’le gençlik ve sosyalleşme konusunu konuştuk. Okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
Gençlere sosyalleşmelerini tavsiye eder misiniz? Neden?
Her insan sosyalleşmek durumundadır. Çünkü bizim İslam bilginlerinin de ifade ettiği gibi insan tab’an medenidir. İnsan kelimesinin kökeninde iki mana vardır ki birisi nisyan yani unutkanlık diğeri de ünsiyettir. Ünsiyet; yakınlık, aşinalık kesp etmek demektir. Biz ünsiyet kesp edeceksek toplumsallaşmak da durumundayızdır. Nedir insanı toplumsallaştıran şeyler? En başta ailesi, sonra içinde yetiştiği sokak, sonra okuduğu okul onu sosyalleştirir. Sonra içine dâhil olduğu meslek ve sosyal çevre ve hatta siyasî tercihi de onu sosyalleştiren etkenlerdendir. İnsan bu süreçler içerisinde sağlıklı bir sosyalleşeme gerçekleştiremezse ya “asosyal” olur ve toplumdan koparak kendi içine kapanır; o zaman bazı mistifikasyonlara ve akıl hastalıklarına maruz kalır yahut da “antisosyal” olur; bu sefer de topluma karşı bir husumet bir düşmanlık beslemeye başlar.
Bir takım şiddet veya terör faaliyetlerinde yer alan veyahut istihbarat örgütlerinin işkencede kullandıkları adamların profiline baktığımız zaman bu insanların zamanında ve sağlıklı sosyalleşememiş, sosyalleşmediği için de antisosyal olmuş kimseler olduklarını görürüz. Sosyalleşmek çok önemli bir konudur. En sağlıklı sosyalleşme ailede başlar. Aile ne kadar sağlıklı olursa, çocuklar ne kadar annesinin kucağında, babasının himayesinde yetişirse, gençler de ne kadar ailede sevgi ve şefkat ortamı görürlerse o kadar sağlıklı bir toplum oluşur.
Kızlar ve erkeklerin sosyalleşmesi aynı mı değerlendirilmelidir?
Hayır, kesinlikle iki cinsin sosyalleşmelerinin ayrı mecralarda olması gerekir. Çünkü bunların fıtratları ayrıdır, ihtiyaçları ayrıdır, yönelimleri ve ilgi alanları ayrıdır. Dolayısıyla sosyalleşirlerken kendilerine özgü mecralarda bunu gerçekleştirmeleri, onların sağlıklı yetişmelerinde önemlidir. Mesela diyelim ki erkek çocuğu fıtratı gereği rekabete dayalı oyunlar oynar, kız çocuğu ise daha böyle evle, mutfakla ilgili oyunlar oynar. Yani küçük yaştan itibaren fıtrattan kaynaklana bu farklılıklar kendisini gösterir. Fakat kız ve erkek fıtratı birbirinden farklı olmakla beraber onları kategorik olarak birbirinden ayırt etmemek gerekir, tamamen de birbirinden koparmamak gerekir.
Mutlaka aralarında bir iletişim olmalıdır. Kızların tamamen erkeklerden kopuk olarak yetiştiği bir dünya sağlıklı olmadığı gibi erkeklerin de tamamen kızlardan kopuk olarak yetiştiği bir dünya sağlıklı değildir. Mesela ben ayrı ayrı okullarda okumalarını sağlıklı buluyorum ama ayrı ayrı semtlerde değil… Aile, akraba ve mahalle ortamında karşılıklı sosyal ilişkiler olmalı fakat özellikle okul konusunda ayrı olmaları daha doğrudur. Mesela bazı Arap ülkelerinde çok katı gelenekçi yaklaşımlar vardır; kadın ve erkekleri gettolara ayırırlar ki bu da yanlış bir yaklaşımdır.
Günümüzde ise kadın ve erkek o kadar iç içe girmişlerdir ki bu da tasvip edilecek bir durum değildir. Bunun neticesinde zamanla kadın erkeğe erkek de kadına dönüşmeye başlamıştır. Kendi aslî fıtratlarını kaybetmiş ve giderek üçüncü bir cinse dönüşmüşlerdir. Bu durum insanın gezegendeki geleceği bakımından tehlikelidir. Feminist hareketler ve erkek kadın eşitliği gibi söylemler de bu olumsuz duruma hizmet etmektedir.
Sosyalleşmek “utanma” duygusu gibi duygularda tahribata yol açar mı?
İnsanda en yüksek duygulardan bir tanesi hayâ ve utanma duygusudur. İnsanı harekete geçiren motive eden üç büyük kuvvet ve onları dengede tutan da üç büyük ahlaki erdem vardır. Bunlar gazaplanma kuvveti, bilme kuvveti ve şehvet (isteme, arzu etme) kuvvetleridir. Bu kuvvetlerin dengeleyicileri ise adalet, hikmet ve iffettir. İnsan bu üç barometre üzerinden sosyalleşmelidir. Yani adaletli, hikmetli ve iffetli olmalıdır. Kültür ve irfan dünyamız, özellikle de eğitim sistemimiz bu üç barometrenin üzerine oturduğu zaman sağlıklı bir toplum ortaya çıkar.
Eğer bu üç kuvvet kendi başına bırakılırsa bunlar çok yıkıcı olur. Bu nedenle dengeleyici yüksek erdemlerle onlar desteklenmelidir. Mesela güç kullanma yetisini adaletle dengelediğin zaman hukuk ve adalet tesis edilir. Kuvveti kendi başına, seraza bıraktığın zaman o kuvvet yıkıcı olur, zulme ve haksızlıklara yol açar. O halde gücü adaletle dengelemek esastır. İkinci olarak bilme kuvvetini de hikmetle dengelemek esastır. Peki, şehvet kuvvetini neyle dengelemek mümkündür? İffetle. Eğer dengelenmezse ne olur?
Yıkıcı olur, tahripkâr olur, yok eder, ar damarını patlatır ve o toplum fısk-ı fucur içine giren pornografik bir toplum olur ki o toplumda herkes nefsinin arzu ettiği gibi yaşamaya başlar. O toplumda günahkârlık bir hayat tarzına dönüşür ve toplumdaki ahlaki düzen alt üst olur. Maalesef modern toplum böyle bir yöne doğru kaymaktadır; utanmama ve hayâ duygularını kaybeden teşhirci ve pornografik bir toplum olmaya doğru gitmektedir.
Üniversite kafeteryaları veya kafeler gençlerin sosyalleşmesi için ideal yerler midir?
Hayır, hiç ideal yerler değildir. Tam aksine bu tip yerler gençleri tuzağa düşürmek için çok tercih edilen yerlerdir. Maalesef bugün kafeler ve okul önlerindeki büfeler uyuşturucu dağıtımına alet edilmektedir. Hatta genci uyuşturucuya alıştırılmak için tostunun arasına uyuşturucu konulmuştur ama o farkında bile değildir. Ben özellikle gençlere ve ailelere seslenmek istiyorum. Bu gibi yerlerden uzak dursunlar ve mümkün mertebe buralarda yemek yemesinler. Gençler güvenilir insanlar ve arkadaş gruplarıyla hayırlı yerlerde bulunsunlar. Anne babalar da evlatların gittikleri yerleri mutlaka bilsinler.
Gençlere vakıf ve dernek faaliyetlerine katılmayı tavsiye ediyor musunuz?
Bu çok faydalı olacaktır. Tabi hangi derneğin veya vakfın faaliyetinde bulundukları önemlidir. Toplumu ayakta tutan en önemli unsurlardan biri tabi ki vakıflar ve derneklerdir. Bizim geleneğimizde bunların çok önemli bir yeri vardır. Toplum ve kültür mirasımızın önemli birer parçalarıdır. Nitekim Osmanlı Devleti’nde üç yüz kırk beş bin vakıf vardı. Devlet adaleti tesis ediyordu, ihtiyaçlar için vergi topluyordu ve hükümranlığı temsil ediyordu. Onun dışında toplumsal hayata müdahale etmiyordu. Toplum kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılıyordu. Ticaretten sanata kadar her alanda böyleydi bu.
Bunu da toplum vakıflar üzerinden yapıyordu. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde yirmi beş bin sivil toplum kuruluşu vardır ve devletten daha çok toplumun ihtiyaçlarını karşıladıkları söyleniyor. Bizde ise hayır vakıfları yani topluma katkı sağlayan vakıflar daha çok dindar insanların kurduğu vakıflardır. Özellikle gençlerimizin bu tür vakıf ve derneklere ilgi duymalarını sağlamak zorundayız. Hem onlar sosyalleşirler, kendi başına hapsolmuş birey olmaktan kurtulurlar, cemaatin üyesi olurlar, hem de topluma bir katkı sağlamış olurlar.