Ülkemizin önemli “iletişimcilerinden” olan Ali Saydam, çeyrek asrı bulan süre zarfında birçok gazete ve dergide çalışmış; yayıncılık faaliyetlerinde bulunmuş… Kendisini şimdilerde “iletişim profesyoneli” olarak biliyor, yayınlamış olduğu 4 kitap ve Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki iletişim üzerine verdiği derslerden tanıyoruz. Halen Yeni Şafak’ta köşe yazan, Bersay İletişim’de Onursal Başkan olarak görev yapan Ali Saydam’la önemli konuları konuştuk…
Türkiye’de bir iletişim kargaşası var mı size göre? “Kendi ayağına sıkan sıkana…” başlıklı köşe yazınızda sanki bundan bahsettiniz… Nedeni nedir bunun?
Bu yazının iki kısmı vardı; biri Volkswagen diğeri de Beyazıt Öztürk ile alakalı. Kendisi siyasi tercihleri ve rengi pek belli olmayan bir durumda. Ve Beyaz’ın yayınına biri bağlanıyor, kendisi art niyetli belli ki. Çok da bariz bir PKK propagandası yaptığı söylenemez ama orada alttan alta bir söylem oluşturuyor. Beyazıt da apolitik biri olup dünyayı takip eden biri olmadığı için, daha ilk cümlesinden kadının aslında öğretmen falan olmadığını anlayamadı. Tabii Beyaz bunu sehven yaptı; kendisinin kötü niyetli olduğuna kimse beni inandıramaz. Her zaman iletişim krizleri olabilir. Devlet her gün koskoca krizlerle uğraşıyor. Sorular çalınıyor, Rusya’nın uçağı düşürülüyor vesaire… Üreten yerde kriz olur kısacası. Ama bunu telafi etmenin yöntemi nedir, ilk önce hasarı tespit edersin sonra da sana hangi kanaldan saldırıyorlarsa o kanaldan onlara cevap verirsin. Twitter’dan saldırılıyorsa yine oradan cevap vermek gerekir. Analog medya dediğimiz televizyondan çıkıp hiç bilmeyenlere de meseleyi anlatmanın bir anlamı yok. Bunlar kalacak akılda son tahlilde… İki tane tweet atsaydı o Twitter’dan saldıranlara, “ya ne oluyorsunuz çocuklar; herkes hata yapar biz yapınca mı mesele oldu, canlı yayında tufaya geldik” diye, yangını orada söndürecekti. Yani kriz iletişiminin bir numaralı unsuru büyütmemektir yangını. İkinci hususta ise Volkswagen çok kötü yönetti o krizi. Kaçmamak lazım; kriz anında saklanmamak lazım. Sorumluluğu almak lazım. Bunlardan şunu çıkaralım, kriz her zaman herkesin başına gelebilir. Fakat bu krizi olabildiği kadar iletişim boyutunda az hasarla kapatmak mümkündür. Bunun için de birkaç kritik nokta var: Bir tanesi hızlı hareket edebilmek, çünkü hızlı hareket etmezseniz o kendi kendine yuvarlanır ve büyür... İkincisi hasarı tespit etmek: Çünkü hasar ne kadar büyükse o kadar fazla reaksiyon göstermek gerekir. Bir de tabii ki hangi kanaldan geldiyse o kanaldan cevap vermek lazım. Yani senin derginde bir problem yaşandıysa gidip Hürriyet Gazetesi’ne ilan vermeye gerek yok. Yine dergiden cevap vermek lazım.
Günümüzde Twitter haber kaynağı; Periscope canlı yayın aracı. Bu sanallık iletişim kanallarımızı açıyor tamam, ama beraberinde bir sunilik durumu da söz konusu mu sizce?
Sunilik demeyelim de, itibarı düşük bir şey Twitter. Bu etkiler gerçek olmuş olsaydı bütün Twitter araştırmalarında Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yüzde 60’la Ekmeleddin İhsanoğlu kazanıyordu. Bunu televizyonda Aslı Aydıntaşbaş Hanımefendi söyledi. “Aaa ama Twitter’a göre Ekmeleddin Bey kazanıyordu” dedi. O nedenle Twitter’dan gelecek haberin pozitif etkisi yok denecek kadar az, negatif etkisi de bir o kadar fazla. O dedikodu yayılıyor fakat ortamın kendi itibarı çok yüksek olmadığı için etkisi düşük oluyor. Dar bir çerçevede, dar bir ortamda söz üretip doğru diye propaganda yapmak burada moda olmuş durumda. Bir de müstear isim kullanılıyor, troller, fake hesaplar gibi türler kendi içlerinde güvenli olmadığı için kamuoyunda da kısa sürede etki gösterseler bile uzun vadeli olamıyorlar. Twitter gibi vahşi iletişim ortamlarında buna Facebook da dâhil; uzun süreli etki olmuyor.
“İnsan Kaynakları” kavramını “İnsan Kıymetleri” olarak güncellediğinizi; hatta buna yönelik isim hakkı aldığınızı biliyoruz. Bunun temel nedeni sadece insanı kıymet olarak görmek midir? Bunu anlatmak da zor olsa gerek…
Çok zor anlatmak ama anlatacağız, yapacak bir şey yok. Daha geriye gitmek lazım aslında, mesela Orta Çağ’da, toprak satın aldığın zaman insanıyla beraber satın alıyorsun; insan bir meta… Kaynak olarak bakılıyor insana. Oysa kaynak nedir? Enerji mesela, kullanıyorsun bitiyor. Veya para da bir kaynaktır; kullanırsın biter. İş dünyası da insana kaynak olarak bakıyor, holdinglere göre insan 60’larına gelince bitiyor. Oysa Ronald Reagan dünyayı yönetirken 84 yaşındaydı. Bu kaynak anlayışı, bilgi toplumuyla beraber yani sizin kuşakta kabul edilmeyecek. Önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde talep edeceksiniz siz bunu. Çünkü bilgi toplumu, endüstri toplumunun araç gereçlerini kullanamaz. Eskiden bir şirkete geldiğin zaman “nerede oturacağım, iş yeri neresi?” derdin. Şimdi ise bir bulut sistemi var, her yer işyeri oldu. Şimdi cafelerden, otobüsten iş yapıyor insanlar. İşyerleri artık sadece toplantı odalarının olduğu yerler halinde. Tabii fabrika değilse; yani zihni işlerin olduğu yerlerde ofis mantığı sanallaşmış durumda. Y kuşağı daha doğrusu Z kuşağı ise kendisinin bir kaynak olarak kullanılmasına müsaade etmeyecek. Kıymet olarak görülüp geliştirilmesini; zihnen ve fikren büyüyüp entelektüel düzeyde olmasını talep edecek. İşte ben de burada insana kaynak değil; kıymet diyorum…
Y kuşağı, yani bizim jenerasyon bazı durumlarda özgüven problemi yaşıyor. Bu anlamda da büyüklerin, İslami camianın; buna hükümeti de katarak soruyorum, iletişim düzeyinde bizleri anlaması zor oluyor… Bu konu hakkında neler söylemek isterseniz?
Ben Dücane Cündioğlu gibi düşünüyorum bu hususta. Kendisi “Cumhuriyet Müslümanlığı” diye bir kavram attı ortaya. Şöyle ki İslam’ın iman tarafı camide gelişir. Peki, fikri çalışma için gerekli ortam nasıl oluşacak? Bunların da gelişmesi lazım. Bunlar da medresede, tarikatta, vakıflarda, üniversitede gelişir. Bu yüzden Cumhuriyet döneminde olaylar abartılarak, irtica bahanesiyle tarikatlar kapatıldı, tekkeler yıkıldı. Böylelikle Müslümanların kültürel faaliyet yapmasına engel oldular, durdurdular. Seni doğrulayan bir şey söyleyeyim, muhafazakârların izlediği; inançlı insanların yönettiği televizyon kanallarında doğru düzgün eğlenceye rastlayamazsın. Yani Müslümanlar eğlenemez mi demektir bu? Estetikten yoksun mudur demektir? Oysa İslam düşüncesi dünyaya yön vermiştir. O eski eserler hâlâ ayakta; eşsiz şekilde yaşıyorlar. Şimdi ise TOKİ kültürünün egemen olduğu bir toplumda yaşamak zorundayız. Bunu da işte sizin kuşağın değiştireceğini inanıyorum ben. Siz geleceksiniz iktidara ileride, kim gelecek? Dışarıdan siyasetçi ithal edecek değiliz ya. Şuraya da değinmek lazım, bu X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı gibi tanımlamalar batı normlarına göre yapılmıştır. Yani Y kuşağı nasıl davranır diye baktığında literatüre; Avrupa’dan alınan verilerle oluşmuş bir tip olarak karşına çıkıyor. Nişantaşı, Etiler, Levent, Bağdat Caddesi gibi yerlerin çocukları uyuyor bu batı normlarına; yabancı okullarda okuyorlar, Hristiyan-Musevi eğitimleri alıyorlar. Ama bunlar da azınlıkta kalır, Türkiye’nin gençlik formasyonu uymaz buna. Bu yüzden bu batı normlarını kopyalayıp Türkiye’de siyaset yapmak isterse bir siyasi parti, muhakkak çuvallar. Gençlerden oy alamaz. Bu sebeple de Türkiye’nin kendi kuşağını belirlemesi lazım.
Sürekli güncel ve zihinsel olarak sağlıklı olmayı gerektiren bir iş yapıyorsunuz. Kendinizi güncellemede, ailenize vakit ayırmada ne gibi yöntemleriniz var?
Bir numara aile. Cumartesi-Pazar kesinlikle aileme ayrılmış durumda. Çünkü o evde işler iyi gitmiyorsa dışarıda da işler yolunda gitmez. İkinci olarak da üniversite ve Harp Akademileri’nde de ders veriyoruz malum: Bu gençlerle bir araya gelmek çok taze tutuyor beni, enerji veriyor. Üçüncüsü ise küçük estetikler; büyük estetik inanç sistemiyse eğer, küçük estetikler de sanattır. O büyük estetiğe hitap edecek bir yaşam pratiği yakalamaya çalışıyorum. Mümkün mertebe izlemeye çalışıyorum sinemayı. Çok düşkünüm zaten, seviyorum sinemayı. Mimari var içinde, şiir var, müzik var. Her şey var; komple bir alan sinema. Bir de Yeni Şafak’ın bir dergisi var Derin Ekonomi; ona yazıyorum ve bu da ekonomi dünyasına ilgi göstermeyi gerektiriyor. Kitap yazıyorum ayrıca, o da diri tutuyor. Ne bırakacağız arkamıza, o önemli. Heyecan bitmiyor hayatımda… Yani gençlerle temasta kalarak yenileniyorum kısacası.