İlk şampiyonluğun üzerinde pek durulmadı, bir Laz fıkrası gibi komik bir şaka olarak görüldü ve bütün Türkiye gülümsedi. Fakat iki, üç, dört… Tadı kaçmıştı ve sistemin kendini koruması gerekiyordu. Korudu da.
Trabzonspor kulübü, geçtiğimiz Aralık ayı başında kongresini gerçekleştirdi ve yeni bir başkan ile yönetim kurulu seçti. “Bunda ne var? Seçilmiş kişiler tarafından yönetilen her kurum zamanı gelince kongresini yapar, tüzükte belirlenmiş süre boyunca söz konusu kurumu yönetir” diyebilirsiniz. Fakat Trabzonspor herhangi bir kulüp değil, kongresi de herhangi bir kongre olmadı. Müsaadenizle anlatmaya çalışalım:
Adı geçen kulüp, Türkiye’de sadece sportif değil aynı zamanda sosyo-ekonomik anlamda da kurulmuş bir düzene çomak sokmuş bir kuruluş. Türkiye’de futbol şampiyonluğuyla beraber daha pek çok şeyin kendine göre “adil” bir şekilde topluma taksim edildiği ve hiçbir zaman bozulmayacağı düşünülen bir sistem vardı, 1976 senesine kadar. O yıl Türkiye 1. Ligi’nde (Süper Lig’in eski adıdır, malumunuz olduğu üzere) ilk kez üç İstanbul kulübü dışında bir şehir kulübü şampiyon oldu. Hem de diğer büyük şehirler olan Ankara, İzmir, Adana’dan değil. Şampiyonluğu anasının ak sütü gibi hak etmiş Eskişehirspor da değil. Anadolu’nun öteki ucunda fıkralara konu olan bir bölgenin takımıydı bu.
İlk şampiyonluğun üzerinde pek durulmadı, bir Laz fıkrası gibi komik bir şaka olarak görüldü ve bütün Türkiye gülümsedi. Fakat iki, üç, dört… Tadı kaçmıştı ve sistemin kendini koruması gerekiyordu. Korudu da.
Buraya kadar yazdıklarımızı daha evvel müteaddit defalar anlattık, şimdi de kısaca hatırlatalım istedik. 2015 Aralık ayına gelindiğinde Trabzonspor kulübü şampiyonluk kupasını en son 30 yıl kadar önce kaldırmış, dört yıl önce hak ettiği kupayı bir türlü alamamış, 2,5 yıl önce “kupanızı getireceğim” vaadiyle gelen bir yönetimin tarumar ettiği bir kulüptü. Borcu 500 milyon liraya dayanmış, saha sonuçları perişan…
Bu vaziyetteki bir kulübün yönetimine üç farklı irade talip oldu. Biri kulüpteki tahribatın son dönemdeki sorumlusu mevcut yönetim. Kongre sonuçlandığında anlaşıldı ki, kazanmaktan ziyade görev süresi boyunca tekrarladığı “seçimle gelen seçimle gitmelidir” sözünü çiğnememiş olmak için seçime girmiş. Onu geçelim ve mümkünse bir daha mevzu etmeyelim. Favori olan diğer iki adayın profili çok önemli:
Biri henüz seçim sath-ı mailine girilmemişken adaylığını açıklamış, gece gündüz çalışmış, bütün Trabzonsporlulara dokunmayı hedeflemiş, bu amacına da ulaşmış Trabzon’dan bir aday. Trabzonspor’un da Trabzon’dan yönetileceğini iddia ediyor, listesi de Trabzon ağırlıklı.
Diğeri İstanbul’dan. Daha önce de aday olmuş ve kıl payı kaybetmiş, gurbette büyüyen, orada kariyer ve servet yapan, istese farklı spor dallarında kendini gösterebilecek, hâttâ üç İstanbul kulübünün bile yönetimine talip olabilecek kapasitede biri. Etrafına kendine benzer modelde insanlardan bir liste oluşturup aday olmuş. (Yıldız Teknik Üniversitesi rektörünün bu listede olduğunu hatırlatalım.)
Yani kongrede Trabzon’daki Trabzonspor ile gurbetteki Trabzonspor yarıştı ve burun farkıyla gurbetteki Trabzonspor kazandı. Fark o kadar azdı ki, Trabzon’daki Trabzonspor kaybetmiş sayılmadı. O da galip muamelesi gördü, görmeye de devam edecek gibi. Gurbetteki Trabzonspor, sahip olduğu bütün konfora rağmen bu kadar ağır bir yükün altına girmeyi göze alırken, Trabzon’daki Trabzonspor da şehrin artık kulübü taşıyamaz olduğu iddialarına “biz buradayız, ölmedik” cevabını vermiştir. Kongreye katılan delege sayısı yedi bini geçmiş, katılımcı sayısı dışında kongrenin son derece medeni, demokratik ve barışçıl bir ortamda cereyan etmiş olması şaşkınlıkla karışık hayranlıktan herkesin ağzını açık bıraktırmıştır.
Bu tablo futbolu sevk ve idare edenler başta olmak üzere herkes tarafından iyi okunmalıdır. Aktarılan korkunç derecede maddi kaynağa rağmen ülke futbolu yerinde saymaktadır, çünkü Trabzonspor örneğinde olduğu gibi ülkenin futbol potansiyelinin sisteme katkı yapması engellenmekte, o muhteşem enerji yok farz edilmektedir. Böyle giderse küreselleşen dünyada yabancı kulüplerin taraftarlığı Türkiye’deki “başarı odaklı” taraftarlığı eritecek, hayatında “başarı” görmediği halde binlerce kilometre yol tepip başkan seçmeye giden insanların taraftarlığı dimdik ayakta kalacaktır. Ölmez de yaşarsak hep birlikte görürüz.