
Dr. İhsan Şenocak, 1974 Samsun doğumlu. Kendisini daha çok tam adı İlmi ve Fikri Araştırmalar Merkezi olan İFAM aracılığıyla tanıdık. Sosyal medyada etkin olan dersleri ,konuşmaları ve haftalık hutbeleriyle özelikle son dönemde büyük bir etki oluşturdu. İlahiyat doktoru olan İhsan Hoca, çeşitli gazetelerde yazdı; televizyon programları hazırlayıp sundu. Aynı zamanda hâlen devam etmekte olan ilim, fikir ve hareket dergisi olan Hüküm Dergisi’ni çıkarmaktadır. Kendisiyle hem İFAM ve Hüküm Dergisi’ni hem de ümmet gençliğinin problemlerini; birlik ve beraberliğin nasıl sağlanacağı hususunu konuştuk…
İlmi ve Fikri Araştırmalar Merkezi, (İFAM) diğer ilim merkezleri için de örnek bir model oldu. Bu anlamda İFAM nedir ve kendisini nasıl tanımlar?
İlmi ve Fikri Araştırmalar Merkezi, Sünnet ve Cemaat akidesine bağlı bir ilim, fikir, hareket ve dava mektebidir. İslam’ın emir eri olmaya namzettir. Ezelde başlayıp ebede dökülen ilim ve fikir mecrasında bir damla olmaya taliptir.
Müslümanlar son yüzyılda ilim cephesinde bütün kurum ve kuruluşlarını kaybedince mücahit ilim ve fikir adamları, kaybettiğimiz her noktada inşa faaliyetine giriştiler. Türkiye’de, Hindistan’da, Mısır’da tahribatları hükümsüz kılacak derinlikte adımlar atıldı. Yüzlerce ilim merkezleri kuruldu. Binlerce âlim ve mütefekkir yetişti.
İFAM ne bir meşreb, ne bir cemaat, ne de bir cemaate aidiyettir. Sünnet ve Cemaat akidesine bağlı bütün Müslümanlarla birliktedir. Bu noktada Ümmetin ilim ve fikir havzalarından tahdide gitmeden istifade eder. İlimde Keşmîrî ve Kevserî’yi, fikirde Necip Fazıl ve Ebu’l-Hasan en-Nedvî’yi, zühd ve takvada Ali Haydar Efendi’yi, siyasette II. Abdülhamid’i, cihatta İmam Şamil’i, harekette Hasan el Benna’yı esas alan yeni medrese, yeni Süleymaniye’dir. Varlık sebebi ise, Allah Rasulü’nün davasına hizmetkar yani Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle İslam’a “emir eri” olmaktır.
Hüküm Dergisi, sadece bir kurum ve yayından ibaret değil elbette; özellikle gençler için bir mektep havasında… Biraz da Hüküm Dergisi’nden bahsedebilir misiniz? Mesela nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Hüküm’den önce, küfür idraki tarafından tecrit edilmek istenmesine rağmen bütün zamanlarda var olacak mutlak ve mükemmel hakikatin milyonlarca beyanı içerisinde bir beyan olsun diye “İnkişaf” mecmuasını neşretmeye başlamıştık. Hz. Âdem’den bugüne sürekli akan İslam şadırvanında küçücük bir göze olmaya talipti “İnkişaf”. Sünnet ve Cemaat anlayışına muhalif, buna mukabil, oryantalist düşünceye muvafık duran modernist anlayışları tedafüi/savunmacı bir konumda olmasından değil, sadece şadırvanın gözelerine tıkanan pislikleri temizlemek için tenkit eden bir muhtevaya sahipti. Ne var ki bazı Müslümanlar varlığından rahatsız oldu, onu durdurmanın yollarını aradı, ilgili müesseseden derginin isim hakkını satın alıp hakkımızda dava açtı. Uzun zaman devam eden mahkemeler neticesinde İnkişaf’a ara verildi. O sıra Cemali bir tecelli oldu. Yeni Süleymaniye’miz; İFAM kuruldu. Şimdi üçüncü halka mezunları da farklı şehirlerde İFAM’ın şubelerinde ilahiyatta okuyan kardeşlerimize La yemut/ölmeyen muhalled eserleri okutuyor. İnkişaf birdi. İFAM’la yüzler olarak geri döndü. İnkişaf ’ta yazılan mevzular şimdi İFAM’da müzakere edilmekte. “Hüküm” ise İnkişaf’tan biraz farklı olarak hayatın fikir ve aksiyon cephesinde duruyor. Ulemayı, umûr-u dünyaya müdahil olmaya, tepetaklak olmuş ehramı yeniden temelleri üzerine oturtmaya davet ediyor. İslamcıya, her durumda İslam’ın varlığından rahatsız olan küfür yobazına ve muazzez Müslümana ayrı ayrı beyanda bulunan Hüküm, İslam nazarıyla neyin, nasıl olması gerektiğini anlatarak, İslamcıların oluşturduğu, “kayıtsız yaşam alanı”nı da sorguluyor. İdeolojilerin sorun ürettiği, sistemlerin sarsıldığı, İslamcıların farklı zarflar içerisinde “İslam” diye onun, bunun yorumunu arz ettiği bir zamanda “sadece İslam”, “yeniden İslam” diyen Hüküm, Allah Rasulü’nün genel hatlarıyla tayin ettiği, müçtehit imamların ise tedvin ve tafsil ettiği İslam’ı anlatmanın gayreti içerisinde her şeyin değişebileceğini fakat hükmün asla değişmeyeceğini ilan ediyor... İradesi yaralanan, aşkı katledilen, dirilmeye dair umutları çalınan Ümmet’e ayağa kalk “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin” diyor.
Hüküm 35. Sayıya ulaştı. Kur’an-ı Kerim’in dili Arapça’yla neşri de 13. sayıda… İlk başladığı gündeki heyecan aynıyla mevcudiyetini koruyor. Bunda taaccübe sebep teşkil edecek bir durum yok. Aslında hayreti mucip olan husus, bu heyecanın Hüküm okurlarında kemikleşmesi, Kardeşlerimizin dergiyle alakalı her mevzuyu bizden daha hassas bir ilgiyle karşılamaları. Hepsinde şahsa ait bir malı temellük edişin çok fevkinde bir sahiplenme hali var. Bu, ancak dava şuuruna sahip bir Müslümana nasip olabilir. İşte Hüküm’ün bu babtan binlerce okuru var. Anadolu’da gittiğimiz her vilayette ya da İFAM’ın yaz programında gelen kardeşlerimizde bu ruh halinin tezahürüyle karşılaşıyoruz. Hüküm bu toprakların çocuklarını rahlesine Mushaf-ı Şerif, omuzuna Buharî, sırt çantasına İdeolocya Örgüsü’nü alarak büyük seferlere çıkmaya çağırıyor.
İslam âleminin şer ittifakları ile mücadelesi gün geçtikçe farklı bir boyut kazanıyor. Hem böylesine karışık bir süreçte hem de Türkiye’nin İslam âlemi için üstlendiği rolü göz önünde bulundurarak, Müslüman bir gencin vazifesi nedir?
Müslümanların hali caddeleri yangın yerine dönen şehrin orta yerinde “Henüz bizim evde ateş yok” deyip de yatan adama benziyor. Hem bu yangına müdahil olmak, hem de sesimiz çıktığı kadar “Yangın var!” diyerek uyuyanları uyandırmak zorundayız. Herkes su taşımalı bu küresel ahlaksızlık ateşine; söndüremese de taraf olduğunu izhar etmeli. Bir muhtar seçimi için sabahın erken saatlerinden itibaren sandığa giden, âza seçen bir köy ya da bir mahalle halkı, çocuklarının imanını, iffetini korumak için niçin ariflerden oluşan bir “Yüksek Ahlak Heyeti” kurmaz?
Eşya boşluk kabul etmez. Allah’a kul olan insanların evlerine çekildiği bir sokağa, topluma hevasını ilah edinen sefiller hâkim olur. Ne gariptir ki, “toplu taşıma araçlarında, kapalı mekânlarda sigara içmiyoruz” diye sevinen bir toplum sokakta, metroda, mağazada zina görüntülerine sessiz kalıyor. Böyle bir yaklaşımla ev hariç hayatın bütün alanlarını ortak kullandığınız bir dünyayı korumak mümkün müdür?
İslam tarihinin hiçbir döneminde Ümmet böyle uyutulmamıştır. Yaşanan iffetsizliklere seyirci kalan, sabah işe akşam eve dönen ve bu zaman sürecinde gördüğü hiçbir yanlışa müdahil olmayanların “en iyi, en hoşgörülü insan” kabul edildiği başka bir çağ görülmemiştir. Sahabenin helaket olarak kabul ettiği bir durum, ne acıdır ki biz de iyi adam olmanın ölçüsü kabul ediliyor.
Sorumluluk almak zorundayız. Kimse konuşmasa, kimse münkere karşı çıkmasa, kimse başındaki sarıkla dinsiz eşkıyanın propagandasını yapan din tüccarına “bu belamlıktır” demese de biz diyeceğiz. Biz, yani sen, ben ve o… Biz varsak, biz varoluşumuzun gereğini yaparsak Hak mutlaka galip olacaktır.
Dünya Müslümanlarının sorunları dedik ya, buna çözüm üretecek; gelecekte söz sahibi olacak en büyük kitle ise tabii ki ülkemizin gençleri. Sizce bu gençlik İslam’ın birliğinde söz sahibi olabilir mi?
Elbette. Bu dava Mekke’de de Medine’de de gençlerin omuzlarında yükseldi, yine öyle olacak Allah’ın izniyle. Fakat bu mülakat vesilesiyle Müslüman genç kardeşlerime şunları söylemek isterim:
Hz. Lokman oğluna, ”İstiğfarı dilinden hiç düşürme Yavrum!” diye tembihlerken aslında ona, insanlar arasında Allah’ın rahmetine en muhtaç kul kendini gör, kendi günahlarına ağla diyordu. Bütün nebiler gibi veliler de tuttu Hz. Lokman’ın öğüdünü; Başkalarını buğday, kendilerini saman görürdüler. Şayet duaları, bir eksiği ikmal etmek içinse önce kendileri, bir nimete nailiyet içinse evvela başkaları için niyazda bulundular. “Önce bütün hastalara sonra da bu kuluna şifa ihsan eyle Ya Rabbi!” diye yakardılar. Gayzı, derin çukurlara gömdüler, yüreklere muhabbet aşısı yaptılar. Nasihati önce kendi nefislerine sonra muhataplarına yaptılar; Buyurdu ki namsız nişansız veliler: “Düşmanlık edeceksen, seni bütün insanlardan uzaklaştıran, yalnızlaştıran nefsine düşman ol. Eğer bunu başarabilirsen en yakınlarına ya da en uzaklarına düşman olma hastalığından kurtulacak, kin gözünü bürüdüğünde, ‘Ey en mücrimden daha mücrim olan nefsim! Sen varken başkasına adavette bulunmak, kanseri bırakıp da sivilceyi tedavi etmek gibi olur.’ de; Kızdığında arkadaşına, ‘Allah seni ıslah etsin.’ deme yerine, ‘Ya Rabbi! Önce beni ıslah et ki, ıslahım arkadaşımın da ıslahına vesile olsun.’ şeklinde niyazda bulun. Bir makama gelmek, bir devlete nail olmak için değil, kemale ermek, “İlla da ben” diyen nefsine; sen ıslah olursan ıslah olacak bütün âlem.” de.
Allah Rasulü Aleyhissalatü vesselam “Ya Rabbi Ebu Cehil’in olmadığı bir şehir bulamadın mı da beni Mekke’de peygamber olarak gönderdin” demedi. Üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Allah için sever, Allah için buğz edersen, yığınla kâfir, zındık, fasık varken Müslümana buğz etmeye ne vakit bulabilirsin ne de şer’i bir gerekçe.
Son olarak neler söylersiniz?
Uyanınız Ey Allah Rasulü’nün manevi evlatları!