Sofu olmaktan soft olmaya geçişin bir adı da: Âlâ Dergisi
Zaten var olan yozlaşmaya katkıda bulunacak bu dergi, zararları minimal seviyeye indirmek istiyorsa güzel örtülü kız olmak kadar “şahsiyet sahibi örtülü kız” nasıl olurun da cevaplarına kafa yorması gerekir. Hatta posanın yanında özünü de sunmak adına bir ‘muallâ’ eki bile verebilir.
Geçenlerde piyasaya “güzel yaşam tarzı” mottosuyla bir dergi çıktı. Tesettürü moda ile buluşturmak gibi ulvi(!) bir amaçla yola çıkan dergi güzel kıyafet bulamadığı için kendini yarım hisseden acılı dindar hanımların dertlerine deva, pişkinliklerine şifa iyeti ile mühim bir vazifeyi ifa ediyormuş. Genetik savunma refleksleri ve geleneksel ürik asit yarıştırma kodları yine olmadık yerde devreye girip “sizin varsa bizim de var” diyerek hassasiyetlerimizin üzerinde zuhur etmiş… “sizin trendiniz varsa bizim de var” “sizin modanız varsa bizim de var” diyerek aşağılık kompleksimizi(!) giderebilecekmişiz artık.
Sosyal medya tarafından tazyikli su gibi ‘cümle’ iletişim hesaplarıma fışkırtılan ve sürekli tartışılan bu derginin kapağına ister istemez ben de bi göz attım. El hak, kapaktaki ‘soft’ hanımefendi; rimelli gözleri, alelacele dolanmış şalı, dantelden eldivenleri ile Vouge’in kapak güzellerinin hidayete ermiş, lakin hidayete ererken fazla eriyip eprimiş hâlini andırıyor.
Tesettür ve moda eksenli tartışmalarda matbu olarak taraf belirlemiş, safını fotoşop ve selüloz ile belli etmiş bu derginin; “rüküş huri” imajı ile süslenmiş kapağına bakarken insanın ister istemez “yıktınız yıllardır hassasiyetle bina etmeye çalıştığımız takva kulesini” deyip somurtası geliyor. Tam da deforme olmuş “tesettür anlayışının” somut bir yansıması olarak önümüze düşüyor Âlâ. Dergi; para/sermaye ile imtihan olan dindarların ‘kızları’ ile de nasıl imtihanda olduklarının/olacaklarının kuşe hâli bir çalışması gibi... İnsan bu dergiden yola çıkarak elli çeşit sosyolojik tespit yapabilir ve her tespiti bir hayret nidasına bağlayarak “Suphanallah”, “Allah Allah” diyerek saçlarını yolabilir.
Lakin tüm ‘geldiğimiz yer’ ve ‘yaşadığımız zaman’ kavramlarını sebil edip, çay çeşme niyetine akıtalım yine de şu gerçeği değiştiremeyiz: “Tesettür, gizlemektir!” Hele ki takva gibi kaygıları olan hanımlar fark edilmek için değil fark edilmemek için çaba sarf ederler. Özellikle hanımlar arasında bir “iktidar” ekipmanı hâline gelen ‘marka’ ve ‘fiyat’ tutkusundan köşe bucak kaçınırlar. Zevk ve estetik kategorisine girmek adına hayatını çarşıpazar arasında yol etmek yerine daha faydalı işler peşinde koşmayı yeğlerler. Üstelik hiç biri de şeker çuvalından bozma esbap giymezler.
Zaten din insanlar arasında açılan uçurumları doldurmak için yapılan uyarılar bütünüdür… Gösteriş, lüks, caka bu yüzden yasaktır. İnsani ilişkilerimiz zayıflarken araya marka ve fiyat üstünlüğünden doğan yeni çukurlar açmak bir ‘sınıf farkı’ oluşturmaktan öteye gitmez. Veda hutbesi tüm ihtişamı ile orada öylece durup tüm ayrılıkları birleştirmeye, tüm mesafeleri kapatmaya, tüm çukurları doldurmaya devam ederken bizim şu “kılık” derdiyle hemcinslerimiz arasında “kıllık” yapmamızın herhalde bir manası yoktur.
Aslında bu dergi beni eski günlere de götürdü. Çocuktum. Annem bir ara dikiş dikerek evin geçimine katkıda bulunmuştu. Ben de mecburen çırak durmuştum kendisine. Teyelleri söker, biyeleri ters çevirir, pile mesafelerini ölçerdim. Dikiş dikmek bana göre dünyanın en zor ve ayrıntılı işidir. . ‘bol teyel’ ‘paf kalıbı’ ve ‘parşömen kağıdı’ arasında ibresi şaşmış pusula gibi döner dururdum. İşte o yıllar evimize türlü ebatlarda hanımlar gelirdi.
Şu elbisenin yakasından şu eteğin fırfırından şu yeleğin cırcırından istiyorum diyerek anneme ter döktürürlerdi. Annem ise sabırla izah ederdi “o seni daha kilolu gösterir, şu sana yakışmayabilir” diye… Bazen ellerinde gazete kupürleri ile gelir Emel Sayın’ın sahne kıyafetinin ev hanımına uydurulmuş hâlinin nasıl olabileceği üzerine kafa yorarlardı. Annem bir imaj-maker gibi “aa valla o kıyafeti dindar bir hanımda düşünemiyorum” diyerek sadece karakterlere kıyafet değil, kıyafetlere karakter de biçerdi.
Tesettürün modası olur mu ya da “örtülü pop şov” dinde yer bulabilir mi tartışmaları devam ededursun işte ben en çok Âlâ dergisinin bu ‘imaj biçme’ rolüne bürünerek yanlış üzerine yanlış yapacağından endişe ediyorum. Başörtülü hanımlar böyle giyinir, bunları alır, kullanır ve atar, kıyafetlerini düzgün kombine etmekten başka bir şeye önem vermez düşüncesini genç hanımların zihinlerinde pekiştirecek olmasından tırsıyorum.
Dışı âlâ hanımlar ‘muallâ ’ olmaktan vazgeçmeye başladıkça ve örtünün içi boşaldıkça bu kazanç kapısı birileri için kaybedişe dönüşecektir muhakkak. Zaten var olan yozlaşmaya katkıda bulunacak bu dergi, zararları minimal seviyeye indirmek istiyorsa güzel örtülü kız olmak kadar “şahsiyet sahibi örtülü kız” nasıl olurun da cevaplarına kafa yorması gerekir. Hatta posanın yanında özünü de sunmak adına bir ‘muallâ’ eki bile verebilir. Bir de bakmışsınız ki zamanla ekler asıl, asıllar ek hükmüne geçivermiş.
Yazdım bunları gerçi ama pür tesettür bir insanın iç huzuru ile değil tabi ki. Beni balkondan aşağı silkeleseniz üzerimden muhakkak eleştirdiğim noktalardan bazıları dökülecektir. Ama inanın âlâ görünmeyi bırakıp âlâ “olmak” için çaba veriyorum uzun zamandır. Uçan mekiğe uçan tekme atabilecek refleksler geliştirmeye çalışıyorum. Zira moda içerisine tesettürü sıkıştırmak, Avrupa tarzı yaşam içerisine Müslümanlığı sıkıştırmak kadar saçma bir şey...