Osmanlı’nın unutturulması boşuna değil: İslâm dünyasını, ancak Osmanlı gibi yeniden akidevî, fikrî ve siyâsî sütunlar üzerinden birleştirebilecek muazzam ve muazzez bir hakikat medeniyeti fikri yeniden ayağa kaldırabilir çünkü.
Oryantalistlerin İslâm dünyası üzerinde uygulanmak üzere geliştirdikleri üç büyük yıkıcı proje var:
Birincisi: Osmanlı’nın unutturulması.
İkincisi: İslâm düşüncesinin Gazali’yle bittiği masalının yaygınlaştırılması.
Üçüncüsü: Hz. Peygamber’in (sav) konumunun sarsılması.
Batılılar, bu üç projeden ilk ikisini gerçeğe dönüştürmeyi başardılar. Yaklaşık çeyrek asırdan bu yana üçüncüsünü adım adım, sindire sindire hayata geçirmeye çalışıyorlar.
ÜÇ ORYANTALİST PROJE NİÇİN GELİŞTİRİLDİ?
Burada bu üç büyük oryantalist saldırıyı teker teker üç ayrı yazıda mercek altına almak istiyorum. İlk projeye geçmeden önce bu üçünü buluşturan ortak noktaya dikkat çekmekte yarar var.
13. ve 14. yüzyıllarda yaşadığımız birinci büyük medeniyet buhranı 0smanlı’yla birlikte nihâî olarak aşıldı.
Gazalî, gelmekte olan ve Müslümanların akidelerini sakatlama emareleri gösteren birinci büyük medeniyet buhranının aşılmasını sağlayabilecek akidevî ve fikrî temelleri attı: Önce çakıtaşlarını temizledi; sonra da yapıtaşlarını döşedi.
Hz. Peygamber ise Kur’an’ın nasıl Yaşayan Kur’an’a dönüştürülebileceğini misallerini ve timsalini ortaya koydu.
Batılıların bu üç projeyi temel stratejileri olarak belirlemeleri ve benimsemeleri elbette ki tesadüfi değil. Bu üç projenin buluştuğu üç hayatî nokta var: Üçü de Müslümanların yaşadıkları büyük varoluşsal krizleri aşabilmeleri sürecinde kilit rol oynayan kalkış noktaları. Bu bağlamda, üç kurucu sütün: Akide, fikir ve tarihî tecrübenin derinliği.
İşte Batılılar, Müslümanların yeniden tarih yapmalarını, tarihin akışını değiştirecek bir konuma ulaşmalarını mümkün kılacak üç temel sütunun ne olduğunu çok iyi gördükleri için bu kurucu sütunlara saldırıyorlar iki asırdır.
Bu girişten sonra meseleyi “Osmanlı’nın unutturulması” projesinden başlayarak irdelemeye başlayabiliriz.
OSMANLI ANLAŞILAMADI VE AŞILAMADI
Önce şu tespiti yapalım: Osmanlı, unutturulduğu için anlaşılamamıştır. Dahası, Osmanlı aşılamamıştır. Osmanlı anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamıştır.
Osmanlı’nın ne olduğunu da, tarihte ne yaptığını da bilmiyoruz. O yüzden Osmanlı’nın aşılamadığını söyleyen birine hayretle ve şaşkınlıkla bakıyoruz, “ne diyor bu adam?” diye!
Osmanlı, temelde iki şeydir: Birincisi, tarihte, insanlığın tarihî serüveninde, ikincisi de insan-ı kâmil prototipini eksene alan, özellikle de tasavvuf üzerinden kurulan insan tipinde kemâl noktasıdır.
Burada yer darlığından ötürü yalnızca Osmanlı’nın tarihte kemal noktası olması meselesini mercek altına alacağım.
TARİHTE KEMAL NOKTASI
Her şeyden önce, Osmanlı, tarihte, gelmiş-geçmiş, tarihin yapılmasında kilit rol üstlenmiş bütün büyük medeniyetlerin üzerine oturmuştur: Üzerine oturduğu medeniyetlerin hem hepsinden -kendi vahyî referans sisteminin filtresinden geçirerek- beslenmiş hem de hepsini beslemiştir.
İkincisi, Osmanlı medeniyeti, İslâm tarihindeki bütün diğer tecrübelerden yararlanmış, zaaflarını ve erdemlerini iyi tahlil etmiş, o yüzden Müslümanların tarihî yürüyüşlerini yepyeni, taptaze ufuklara taşımıştır.
Üçüncüsü, Osmanlı, Efendimiz’in (sav) Medine modelinden süt emmiş, Medine’nin insanlığa hayat bahşeden ufkunu, insanlığı diriltici ve herkese ruh üfleyici muazzez ve muazzam bir medeniyet tecrübesine dönüştürmüştür.
Dördüncüsü, bütün bu nedenlerden ötürü, insanlık tarihinin yapıldığı üç kıtanın kesişme noktasını, Balkanlar, Kafkaslar ve “Ortadoğu”yu tam 5 asır barış yurdu hâline getirmeyi başarmıştır.
Tarihte farklı dinlere, medeniyetlere ve kültürlere hayat hakkı tanıyan, kendi dünyalarını kurmalarına ve yaşamalarına zemin hazırlayan yegâne muazzam medeniyet tecrübesini geliştirmiştir Osmanlı.
Oysa Batılılar, farklı dinlerle, kültürlerle bir arada yaşama tecrübesi üretemediler. Aynı şey büyük ölçüde Çin medeniyeti ve Hint medeniyeti için de geçerlidir.
O yüzden Osmanlı, aşılamamıştır ve meselâ Toynbee gibi büyük tarihçilerce “insanlığın geleceği” olarak görülmüştür. Bir Türk tarihçisi, Osmanlı’yı insanlığın geleceği olarak göremez; entelektüel ve akademik iktidar tarafından hem aforoz hem de linç edilir çünkü. Osmanlı’nın unutturulmasının ve ardından da bizzat Osmanlı’nın çocuklarının ülkesinde son derece ilkel şekillerde aşağılanmasının bedelidir bu!
OSMANLI DÜNYA DÜZENİ
Beşinci olarak da Osmanlı, hem 13. ve 14. yüzyıllarda yaşadığımız birinci büyük medeniyet buhranının aşılmasını sağlamış hem de İslâm dünyasının akidevî, fikrî ve siyâsî olarak tarihle ilk defa Ehl-i Sünnet Omurga üzerinde/n birleşmesini, bütünleşmesini mümkün kılan Osmanlı Dünya Düzeni’ni inşa etmeyi başarmıştır.
İşte bugün İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı en büyük felâketlerin başında, Osmanlı’nın kurduğu Ehl-i Sünnet Omurga’nın çökertilmesi sorunu geliyor! Küresel sistem, IŞİD gibi icat edilmiş kukla örgütleri İran’ın üzerine salarak ve böylelikle İran’ın önünü açarak kabaca Selçukluların verdiği 4-5 asırlık müacahedeyle kurduğumuz, Osmanlıların verdikleri 5-6 asırlık mücadeleyle koruduğumuz İslam dünyasını akide, fikir ve siyasette ilk defa birleştiren Osmanlı Dünya Düzeni’nin önünü, ruhunu, temelini oluşturan 1000 yıllık Ehlisünnet omurgayı çökertmek, böylelikle İslâm dünyasını tam ortadan ikiye yararak bir daha ayağa kalkmasını imkansız hâle getirmek istiyor. O yüzden Türkiye’nin güneyini bilfiil (siyâsî olarak), kuzeyini de bilkuvve (kültürel olarak) iki Şii Hilali çekerek kuşatıyor.
Sözün özü: Osmanlı’nın unutturulması boşuna değil: İslâm dünyasını, ancak Osmanlı gibi yeniden akidevî, fikrî ve siyâsî sütunlar üzerinden birleştirebilecek muazzam ve muazzez bir hakikat medeniyeti fikri yeniden ayağa kaldırabilir çünkü.
Oryantalist Batılılar nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlar. Peki biz ne kadar bilebiliyoruz bu yakıcı gerçeği? Rahatsız edici bir soru bu, biliyorum. Ama o kadar çok rahatız ve konformistiz ki, biraz rahatsız edilmeye ihtiyacımız var, öyle değil mi?