Hz. Peygamber (s.a.v.), akîdevî açıdan, Gazâlî fikrî açıdan, Osmanlı da siyâsî açıdan hem dün “kurucu” roller oynamıştı; hem de daha önemlisi de yarın yine bu kurucu rollerini oynayacaktı.
Önceki yazımda, Batılıların son iki asırda, İslâm dünyası üzerinde uygulanmak üzere geliştirdikleri üç büyük yıkıcı proje’den sözetmiştim. Kısaca, anabaşlıklar hâlinde hatırlatmak gerekirse, bu üç büyük oryantalist proje şuydu:
Birincisi, Osmanlı’yı unutturmak.
İkincisi, İslâm düşüncesinin Gazâlî’yle bittiği masalını yaymak.
Üçüncüsü de, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) konumunu sarsmak.
İSLÂM’IN “KURUCU” TEMELLERİNİ YIKMAK!
İlk yazıda, birinci proje’yi, Osmanlı’nın unutturulması meselesini çeşitli açılardan mercek altına alarak tartışmıştım.
Orada da dikkat çektiğim gibi, Batılıların bu üç mesele üzerinden Müslüman toplumları hedef tahtasına yatırmasının başlıca nedeni, Osmanlı’nın da, Gazâlî’nin de, Efendimiz’in (s.a.v.) de buluştukları çok hayatî ortak bir noktanın olması/ydı: Üç’ü de farklı açılardan, kendilerine göre, “kurucu” konuma sahipti: Hz. Peygamber (s.a.v.), akîdevî açıdan, Gazâlî fikrî açıdan, Osmanlı da siyâsî açıdan hem dün “kurucu” roller oynamıştı; hem de daha önemlisi de yarın yine bu kurucu rollerini oynayacaktı.
Burada Efendimiz’in (s.a.v.), konumu ile Gazâlî’nin ve Osmanlı’nın konumlarını ontolojik olarak elbette ki ayırmak, ayrı bir yer’e yerleştirmek gerekiyor. Hz. Peygamber’in “kurucu” akîdevî konumu, belli bir zamanla ve mekanla sınırlı değil ve olamaz da.
Özetle... Batılılar, İslâm dünyasını, dolayısıyla İslâm’ı nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlar: Kurucu temellerini yıkmak.
DOZY VE RENAN’DAN DE BOER’E...
De Boer denen “sıradan bir adam” yaklaşık yüzyıl önce “Arabic Philosophy” başlıklı bir kitap yazar: Küçük bir risaledir bu aslında. De Boer, ne tarihçidir, ne de felsefeci. Gerçekten de “sıradan bir adam’’dır ama yazdığı bu kitap İslâm dünyasında sadece seküler kesimlerin değil, İslâmî duyarlıklı çevrelerin akademisyenlerinin ve entelektüellerinin zihin dünyasını şekillendirir.
Daha önceki süreçte, Dozy, Renan gibi oryantalistler, İslâm dünyasının Osmanlı coğrafyası başta olmak üzere Hint-Pakistan coğrafyasında, Tatar, Türkistan ve İran coğrafyalarında da bütün münevverler, fikir adamları üzerinde derin etkilere, dalgalanmalara yol açan İslâm düşüncesine ve tarihine ilişkin kitaplar, risaleler yazmışlardı.
Dozy, Renan gibi oryantalist yazarların fikirlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslâm dünyasında yoğun tartışmalara yol açması iki açıdan dikkat çekicidir: Birincisi, oryantalist yazarlara gösterilen ilgi ve tepki, özelde Osmanlı coğrafyasındaki, genelde ise bütün bir İslâm coğrafyasındaki fikir hayatının canlılığına işaret eder.
İkinci olarak ise, İslâm dünyasının Avrupa’nın modern meydan okumasından sonra yoğun bir medeniyet buhranı yaşadığını, Müslümanların her alanda hem bu buhranı zihnî ve tarihî olarak iliklerine kadar yaşadıklarını hem de Batı’ya karşı özgüvenlerini yitirdiklerini, o yüzden Batı’ya yalnızca reaksiyoner tavırlar geliştirdiklerini, özgün çıkışlar yapamadıklarını, hem fikir hem de fiil planında “aksiyon”Iar ortaya koyamadıklarını, yalnızca savunmacı dolayısıyla edilgen/reaksiyoner ve marazî tavırlar ortaya koyabildiklerini gözler önüne serer.
Fakat Dozy ve Renan gibi yazarların fikirleri her şeye rağmen tartışılmış, görüşlerine reddiyeler yazılmıştı. Oysa De Boer’in “Arap Felsefesi” başlığıyla yayımlanan kitabı, Müslüman fikir adamlarının, akademisyenlerin ve yazarların zihinlerini tarumar ettiği hâlde, de Boer’in görüşleri handiyse hiç tartışılmadı, olduğu gibi benimsendi.
GAZÂLÎ YIKMADI, YENİDEN-KURDU!
Gazâlî faslında De Boer’in “Gazâlî, akla darbe vurdu, İslâm düşüncesini dondurdu” şeklindeki iddiası bugün hâlâ -ilahiyat camiasında bile- genel olarak benimsenmiş, çok tehlikeli bir iddiadır.
Bu iddia hem de o kadar sorgusuz sualsiz kabul edilmiştir ki, elimizde mevcut bütün İslâm felsefesine dâir yazılan kitapların kalkış noktasını oluşturuyar -hâlâ!
İnanması zor ama dahası da var: İslâm felsefe tarihiyle ilgili yazılan bütün kitapların konuları, başlıkları, meseleleri ele alış tarzları yani metodolojik yaklaşımları, hep De Boer’in kitabı eksene alarak belirlenmiştir.
Tam bir zihin tembelliği ve daha da vahimi zihin körleşmesi ile karşı karşıyayız burada.
GAZÂLİ’NİN DEHASI, MÜSLÜMANLARIN ZİHNÎ SAVRULMASI
Önce şu: Gazâlî, İslâm düşüncesini dondurmak şöyle olursun, sil baştan yeniden kurdu: Gazâlî’nin çabası, üstelik de, çığır açan, önaçan kurucu, öncü bir çaba: Gazâlî, İslâm düşüncesini Grek düşüncesinden, Hint düşüncesinden ve bütün diğer yabancı düşünce geleneklerinden arındıran, özgün İslâm düşüncesinin temellerini atan tarihî bir atılım gerçekleştiriyor.
Öyle ki, İslâm medeniyetinin yaşamaya başladığı, Moğol ve Haçlı saldırılarıyla zirveye ulaşan birinci büyük medeniyet buhranın fikrî/varoluşsal değil siyasî bir buhran olarak yaşanmasına yol açıyor Gazâlî’nin gerçekleştirdiği bu atılım. Ve daha da önemlisi bin yıl süren Ehl-i Sünnet omurganın muhkem bir şekilde kurulmasını sağlıyor.
Birinci medeniyet krizi, esas itibariyle siyasî bir kriz olarak gerçekleşiyor ve bu kriz Gazâlî’nin kurucu dehasıyla aşılıyor.
200 yıldır ikinci büyük medeniyet buhranını yaşıyor İslâm dünyası ve Gazâlî gibi bu krizin aşılması sürecinde kurucu roller oynayacak dehâlardan yoksun. Üstelik de bu kriz, siyasî değil; fikrî-varoluşsal. Yani Gazâlî gibi öncü, kurucu şahsiyetlere hayatî ihtiyaç duyduğumuz sarsıcı, kapsamlı ve çok katmanlı bir kriz.
İşte Gazâlî gibi şahsiyetlere ihtiyaç duyulan bir zaman diliminde 2 asır öncesinden Gazâlî’nin önünün kesilmesi, İslâm dünyasının yaşadığı ikinci medeniyet krizini aşacak öncü, kurucu şahsiyetlerin önünün kesilmesi anlamına geliyor.
Batılılar, nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlar ama biz bu hayatî meseleyi henüz kavrayabilmiş hatta görebilmiş bile değiliz!
Üçüncü yazıda, Batılıların neden Hz. Peygamber’e saldırdıklarını, bunun yıkıcı sonuçlarını ve bu saldırıyla nasıl başedebileceğimizi göstermeye çalışacağım.