“İnsanın asıl meselesi, anlama dairdir. Hayatın anlamının bilgisine sahip olarak yaşamıyoruz oysa. Dünyayı sadece pragmatik, kâra dönük, avantaj arayan taraftan algılamaya çalışmamız ne kadar ilginç!”
Andrey Tarkovski
Ocak ayında Kolombiya Üniversitesi Klinik Psikoloji bölümü tarafından yapılan bir araştırma şu sonucu ortaya çıkardı: Manevi duygulara yoğunlaşarak veya dini bir inancın düzenli olarak ibadetlerini yerine getirmek suretiyle kalınlaşan beyin korteksi, depresyona karşı koruma vazifesi görüyor.
Araştırma için, ailevi geçmişleriyle birlikte kendilerinde de depresyon riski taşıyan yüz otuz kişi üzerinde inceleme yapıldı. Katılımcılara dini ve manevi değerlere hangi seviyede önem verdikleri soruldu. Beyin MR’ı çekimleri sonucunda, dine ve manevi değerlere önem vererek yaşayan kişilerdeki beyin korteksinin önem vermeyenlere oranla daha kalın olduğu saptandı.
Normalde depresyonla oluşan kortikal incelmeyi iyileştirebilmek için manen güçlü ve dini pratikleri yaşayan insanlar olabilmenin önemine işaret eden araştırma verileri, aynı zamanda insanların hayatında da doğruluğunu kanıtladı. Dindar olan insanlardaki depresyon oranının yüzde doksan oranında azaldığına dikkat çeken Profesör Lisa Miller, sonuçları şöyle değerlendirdi:
“Depresyon riski taşıyan insanların beyinlerindeki belli bazı bölgelerde genişleyerek yayılan kortikal incelmelere karşı koruyucu olabilecek en güçlü etkiye sahip yol, dine veya manevi değerlere bağlı olarak yaşamaktır.”
Yaratılırken, yaşamın sırlarının beynimizin kıvrımlarına da kazınmış olması ne kadar da ibretli! Elbette “O” beni benden iyi tanıyor lakin insan olarak ben kendi kendimi tanımaktan acizim.
Birçok zaman, derin üzüntüleri terennüm eden şarkıları ve şiirleri okuduğumda düşünmüşümdür, dindar olmayan insanlar kesinlikle daha çok acı çekiyorlar diye. Her ne kadar özgürlüğe vurgu yapılarak ve kendini sınırlamadan yaşayarak mutlu görüntüler verilse de, Yaratıcının varlığı idrak edilmeden yaşayan bir hayat çok daha elemli ve zordur. Çünkü başa gelen her zorluk başkasının suçudur, gelen her ölüm haberi boşluğa yuvarlayan birer isyan sebebidir, sahip olunan nimetler hep şans ve kaçırılan fırsatlar öfke nöbetidir. Mücadeleyle geçen bu zorlu yaşamın ölümle yok olup bitmesi ise en derin anlamsızlık batağıdır. Böyle bir çemberde yaşayınca insanın alkole ve uyuşturucuya sarılmadan kendini teselli edebilmesi, güzel hislere kavuşmak için şeytanın tuzaklarına koşmaması nasıl mümkün olabilir?
Bana ruhundan üfleyen Rabbim, “ol” deyince olduracak kudrete sahipse, rehber kitabımı ve örnek insanı tanıttıysa beni ona karşı engelleyen ne olabilir? Elbette düşünmeye giden yolların kapatılması ve hazzın en önemli amaç haline gelmesiyle insan, “yaratılmış” olduğunu idrak edemeyen “ben-merkezli” bir hayatın öznesi oluverir. İsmet Özel`in şu tespiti ne kadar da hakikatli:
“İnsan iki şeyi arar: Özgürlüğünü ve güvenliğini. Özgürlük dışa doğru, güvenlik ise içe doğru seyreder. Ben İslamî hayat görüşüne bağlanmakla özgürlüğüme ve güvenliğime kavuştuğumu hissediyorum. İslam bir şifadır. Yarası olmayan ya da yarasını tanımayan ondan faydalanamaz.”
(16 Ocak 2014, Lisa Miller, Columbia Üniversitesi, JAMA Psychiatri Dergisi, www.sciencedaily.com)