“Kötülükler, sert ve yıkılmaz görünürler ama cansızdırlar. Fideler ise ne kadar kırılgan görünseler de taze ve canlıdırlar.” Tarkovski
Yeni nesil, büyük şehirlerde ve masa başında çalışmayı bırakıp, artık tarlalara dönüyor. Washington Post’un haberine göre, *Amerika’da yaşlıların boşalttığı çiftliklere talip olan, özellikle 35 yaşın altındaki çiftçiler her geçen gün artıyor.
Yazarın ortaya koyduğuna göre, toprakla tanışmak isteyen gençlerin büyük çoğunluğu üniversite mezunu ve tarımla ilgilenen bir aileden gelmiyor. Maddi kazanç beklentileri yok çünkü yöneldikleri alan, garantisi olmayan riskli bir meşguliyet. Ayrıca sürekli ilgi ve dikkat isteyen, tatilsiz, zorlu bir hayat tarzı gerektiriyor.
Bunlara rağmen gençler, bütün gün ekran karşısındaki işlerde çalışmaktansa, açık havada fidan yetiştirmenin, “ruhen” kendilerini beslediğini ve kültürel aidiyet duygusunu geliştirdiğini vurguluyorlar.
Eğitimli gençlerin dahil olmasıyla, tarım sektörü nasıl bir dönüşüm geçirecek?
Anketlere göre yeni nesil çiftçiler ümit vadediyor çünkü öncelikle organik yerel ürünler yetiştirmeye yönelik farklı metotlarla ilgileniyorlar.
Çiftçilikle ilgili uluslararası derneklerin faliyetlerini takip ederek tecrübelerini zenginleştirmeye önem veriyorlar. Ayrıca, toprak ve üretim merkezli yaşam talepleri, yeni yerleşim düzeni arayışlarını da gündeme getiriyor.
Örneklere bakılırsa, toprağa dönenler gayet huzurlu:
Hiçbir şey üretmeden sadece konuşmanın, zihnen çok yorucu olduğunu fark eden akademisyen bir hanım, üniversitedeki işinden ayrılarak ailesiyle çiftliğe yerleşir. Yaşadıklarını, “Toprağın çağrısı (The Call of the Land)” isimli muhteşem bir kısa filmde, National Geographic Dergisi için şöyle kaydeder: “Ailemiz çiftçi olmak zorunda değil, çünkü bu zaten hepimizin içinde var. Toprakla bütünleşmek, aslında kendini bulmak demek.”
Üniversiteyi bitiren Liz ise, sertifikalı organik sebzeler yetiştirmeye başlar. İki arkadaşı ile birlikte daha güneş doğmadan, çamurların içine diz çökerek topladığı ürünleri, restoranlara ve diğer satıcılara ulaştırma çabasındadır. Daha iyi bir hayat standardını terketmesine rağmen, önceki çalıştığı işlerde bulamadığı “olumlu bir etki bırakmak” hissini ona, toprağa uzanan elleri getirmiştir.
Yaşlı bir çiftçi de, etkileyici bir ayrıntıyı paylaşır: Yetiştirilen ürünleri satmak duygusal bir bağlılıkla gerçekleşir, emlakçının ev satması gibi bir ekonomik faliyete benzemez. O yüzden çiftçilikten ayrılmak üzüntü vericidir, ektiği toprakları ve aletleri bırakacak birini bulmak çok zor gelir.
Çiftçinin hikmetlice ifade gibi, içinde duygularıyla kendini bulabildiği bir işte çalışmak aslında herkesin hayali değil mi?
Ülkemize baktığımızda ilk göze çarpan, “genç çiftçi” projesiyle sağlanan devlet desteğine rağmen, ekilebilir tarım arazilerindeki azalmadır. Üretimde dünyanın ilk 10 ülkesi arasındayken, ihracatta 27. sırada, ayrıca mazot fiyatı en yüksek ve işçi geliri en düşük ülke olmak da, toprağın cazibesini yok etmektedir.
Oysa ki ülkemizdeki insanlar, beslenme konusunda daha bilinçli hale gelmiştir. Tohumlardaki bozulmalar ve hastalıkların artmasıyla, doğal yiyeceklere ulaşmak fazlasıyla önemsenmektedir.
Malesef, “şehrin insanı” için marketlere giderek, daha tohumunu ve ağacını bile görmedikleri yiyecekleri tüketmek, artık acınası bir günlük yabancılaşma mesabesindedir.
Bunun en hakikatli ifadesi, dillerden düşmeyen bir cümlede gizlidir: “Benim sadık yarim kara topraktır.”