
“Dağdaki yahut ovadaki ya da meradaki herhangi bir çobanım ben. Ben çobanlık mesleğinin en basit dairesiyim.* Benim mesleğim peygamber mesleğidir. Beni hor görüp, Hz. Musa’yı incitme. Beni hor görüp, Hz. İshak’ı incitme. Beni hor görüp Hz. Muhammed’i, Hz. Muhammed’i, Hz. Muhammed’i…”
“Devirlerden hangi devir, hangi zaman dilimi ve burası neresi” diye düşündü genç. Yılankavi sokaklar kesme taşlarla örülmüştü. Gecenin mavi rengi bir çarşının üzerine acem şalı gibi serilmişti. Bir kale içi miydi burası yoksa eski bir kentin pazaryeri miydi bilemedi genç. Bir sürü sefil, eğik bükük, kirli insanın gecenin içinde kımıldayışını gördü. Garip bir şive ile fısıldayışlarını duydu. Beğenmedi genç hiç birini. Esnaftan birkaç cahil adamla ne işi olabilirdi onun. Ne konuşabilirdi onlarla?
Dededen kalma eski bir maşrapa gibi eğilip bükülmüş bir kulübeye yanaştı genç. Bir demirci dükkânıydı burası. Demirleri korlaştıran alev gözlerinde gezindi. Demirin batırıldığı sudan fırlayan “cos” sesi ile kendine geldi. Karşısında duran iri cüsseli adam, simsiyah yüzünün ortasında ampul gibi parlayan bir çift göz ile kendisine bakıyordu. “ne sefil ve iğrenç bir adam” diye aklından geçirdi genç. Kocaman elinin tersi ile alnında biriken teri sildi adam. Bir gök gürültüsü gibi duvardaki nişlerde bile yankılanan sesi ile “beni hor görme, Hz. Davut’u incitme” dedi. Gencin az önceki düşüncelerini sanki bu adam okumuş gibiydi. Genç savunmaya geçip cevap verecekken, okuduğu kitaplardan ve ideolojilerden bahsedecekken adamın siyah yüzü beyazlandı, yüz hatları yumuşadı, saçları ağardı. Önünde duran ateş ve demir kaybolup yerlerini birkaç metre patiska, hint kumaşı ve Musul tülbendine bıraktı. Makaslar iğneler renkli iplikler dağıldı etrafa. Belirginleşen bu bambaşka adam, elindeki kumaşa ipi sabitleyip dişi ile fazla ipi koparırken gence gülümsedi. Yumuşacık bir ses ile “Beni sefil görme, Hz. İdris’i incitme” dedi. Genç Hz. İdris’in terzilik yaptığını okumuştu yıllar önce ama hiçbir terziye o nazar ile bakmamıştı. Utanıp başını önüne eğdi genç.
Başını tekrar kaldırdığında karşısında saçı sakalı birbirine karışmış, hırpani kılıklı, gönyesi cetveli, çekülü ile bambaşka bir adam duruyordu. “Allahümme ente rabbi” diye mırıldanıyordu adam. Diğer yandan elindeki tahta parçalarını ölçüyor biçiyordu. “bu dua” dedi genç “yangına karşı söylenirmiş”. “Evet” dedi adam gencin yüzüne bakmadan. Saçlarının arasına karışmış talaş parçaları ile öylece durup ekledi; “kiraz ağacı da maun ağacı da birdir ateş önünde. Bu hakir görünüşüme acıyıp da Hz. Nuh’u incitme” dedi. Bu nasıl bir ders böyle diye kıvranmaya başladı genç. Okula giderken, sanayi durağından tramvaya doluşan üstü başı yağlı gençler geldi aklına. Onlardan kaçıp saklanır, göz göze gelmek bile istemezdi. Niçe’nin çobanını, Steinbeck’in çiftçilerini, Dickens’in ayyaşlarını anlamaya çalıştığı kadar onları anlamaya çalışmamıştı hiç.
O bunları düşünürken, bir ilahinin bildik sözleri geldi kulağına. “Gökte melek, yerde her can ağladı”. Bu ses elindeki sayayı, eski kara bir dikiş makinesinden geçiren orta yaşlı bir adama aitti. Adam ayakları ile makinenin çalışmasını sağlayan pedala basarken, bir eliyle de makinenin kolunu çeviriyordu. Başını kaldırmadan sadece kaşlarını kaldırarak baktı gence ve “beni hakir görme, Hz. İsa’yı incitme” dedi. Adam bir başka adama dönüştü sonra. Bu yeni adam omzundaki unları elinin ucuyla çırparak ekmekleri fırına yolladı. Gürleyerek “beni hor görme, Hz. Zülkifl’i incitme” dedi. Sonra bir başka adam başka bir karanlığı incelterek, uçuşan pamukların, yünlerin arasından haykırdı: “Hallacı hor görme, Hz. Şid’i incitme”.
Genç başını ellerinin arasına almış titremeye başlamıştı. Bu akıl almaz bir durumdu. Ama görüntü ve seslerin ardı arkası kesilmiyordu. İşte bambaşka bir adam tezgâhındaki balıkları suluyor, üzerinden yayılan balık kokusu gencin burnuna bir ok gibi saplanıyordu. Mavi önlüğüne ellerini silerken adam, “Beni hor görme, Hz. Yunus’u incitme. Hangi balığın karnından cevher çıkacağını, hangi kumun bir sedefe yaslanınca inci olacağını bilemezsin” dedi. Sonra başka bir adam elindeki malayı harca daldırdı ve “beni hor görme, Hz. İbrahim’i incitme” dedi. Genç bütün bu yoğun sis ve duman içinde gördüğü görüntülerden kurtulmak istercesine arkasını döndü. Kapıda bir çoban elinde asası ile koyunlarının içinde durmuş öylece ona bakıyordu. “Dağdaki yahut ovadaki ya da meradaki herhangi bir çobanım ben. Ben çobanlık mesleğinin en basit dairesiyim.* Benim mesleğim peygamber mesleğidir. Beni hor görüp, Hz. Musa’yı incitme. Beni hor görüp, Hz. İshak’ı incitme. Beni hor görüp Hz. Muhammed’i, Hz. Muhammed’i, Hz. Muhammed’i…”
Genç bir anda titremeye, çırpınmaya, ağlamaya başladı. Öyle bir hale geldi ki, kendinden geçip, “incitme, incitme” diye bağırarak yerinden fırladı. Gözlerini açtığında bilgisayar, masada bin bir türlü kitap, alçıpen ile kaplı bir oda ile karşılaştı ama bir anda tanıyamadı. Nefes nefese “nerdeyim ben” diyebildi. “burası neresi, ben kimim?” Etrafındaki nesneleri, çalışan mesai arkadaşlarını gördükten sonra kelimeler hızlı bir şekilde dökülmeye başladı zihnine;
“ofis… bira fıçısı… elitist demokrasi… jakoben… “benim oyum çobanın oyu ile eşit olamaz”… ayaktakımı… kapatma davası… noel baba… hamburger… palyaço külahı… göbeğini kaşıyan adam… bidon kafa… annesinin boğazını kesen kız… bir cami avlusu dolusu yetim bebek…” bu kelimeler bulunduğu zaman diliminin koordinatlarını veriyordu. Gördüklerinin hepsinin rüya olduğunu anladığında, “rüyadan bir kâbusa uyanmışım” dedi.
Sonra rüyadan bir kâbusa uyanmanın yahut o rüyanın devamını yaşamanın insanın kendi elinde olduğunu düşündü. Bir yerlerde İslam hassasiyeti ile mesleğini yapan, görevlerini yerine getiren adamların varlığını hissetti. Besmele ile kontağı çeviren taksi şoförünü, ya Allah ya Rahim ya Kerim diye çekiç sallayan inşaat işçisini, tahiyyat duasını okuyarak çorba pişiren anneyi düşündü.
Tekrar gözlerini kapadı, belki de yıllardır göremediği bambaşka rüyalara uyanmak için.
*“Hepiniz çobansınız. Hepiniz emriniz altındakilerden mesulsünüz. Emir (devlet başkanı) çobandır. Erkek aile efradının çobanıdır. Kadın, kocasının, evi ve çocuklarının çobanıdır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz emriniz altındakilerden mesulsünüz.” Hadis-i Şerif