Ali Görkem Userin
Yeni kitabı Onurumuzla Yaşamak Elimizdedir geçtiğimiz ay yayınlanan Atasoy Müftüoğlu ile bugünün dünyası, modernizm ve gelenek üzerine konuştuk:
Yazılarınızda çok sık geçen bir ifade “bugünün dünyası”. “Bugünün dünyası” ile başlayalım isterseniz. Nedir bugünün dünyası, onu dünün dünyasından ayıran nitelikler neler; biraz açabilir misiniz bugünün dünyasını?
Bugünün dünyası; ırkçıların, faşizmlerin, ayrımcılıkların, ideolojik tutkuların, işgallerin, katliamların, soykırımların, vahşetin, hukuksuzluğun, vicdansızlığın, adaletsizliğin, zulmün, işkencenin keyfî bir biçimde sürdürülebildiği; küstahça savunulabildiği, sıradanlaştığı, sorgulanamaz/yargılanamaz bir noktaya geldiği bir dünyadır. Bugünün dünyası, farklı kültür ve uygarlıklara kapalı olduğu gibi, her farklıyı bir alt kategori olarak gören, bu farklılıklarla savaşan bir dünyadır. Bugünün dünyasında siyaset/kültür/sanat ideolojik saplantılar tarafından yönlendirilmektedir. Bugünün dünyasını temsil eden küresel kurumlar da, adaletsizlik, eşitsizlik, sömürü ve baskı üretmektedir. Bugünün dünyası gerçek anlamda olağanüstü bir dünyadır, böyle bir dünyada bizler, olağan bir dünyada yaşıyor gibi yaşamaya devam edemeyiz.
Filistin, Afganistan, Çeçenistan, Irak ve son olarak Lübnan... Bu ülkelerde yaşananlar karşısında İslâm dünyasının kayıtsızlığını nasıl değerlendiriyor ve nelere bağlıyorsunuz?
İslâm toplumları halen geleneksel kültürel yaklaşımları tüketiyor. Toplumlarımızı her durumda statükocu kılan, konformist kılan, muhafazakar kılan sorunlu bir geleneğimiz var. Bu gelenek, toplumlarımıza her duruma ve her durumda itaat’i telkin ediyor, öğütlüyor. Geleneksel kültür bütün hiyerarşileri kutsallaştırıyor. Toplumlarımızda devlet, din’den daha kutsal bir konuma yerleştirilmiştir. Bu nedenle devlet ne isterse o olur. İslâm dünyasında devlet iktidarlarını ellerine geçiren iktidar elitleri, bulundukları ülkelerde, emperyalistlerin işbirlikçileri olarak varlıklarını/saltanatlarını sürdürüyor. Geleneği, geleneksel algıları, yaklaşımları, kurumları değiştirmeyi, dönüştürmeyi, sorgulamayı, eleştirmeyi ve bunlara karşı çıkmayı düşünmeyen bir kültür, sadece boyun eğiyor ve itaat ediyor. Bu durum, İslâm toplumlarında, bireyi de, toplumu da devlet karşısında aşırı derecede güçsüzleştiriyor, bir sessizliğe, tavırsızlığa, kayıtsızlığa sevkediyor.
Modernizmin de geleneğin de yerine göre çeşitli açmazlar(ı) olduğuna işaret ediyorsunuz kitabınızda. Peki sağlıklı bir düşünceye sahip bireyin bu ikiliyle ilişkisi nasıl olmalıdır? Bir denge mümkün ve gerekli midir?
Modernlikleri de, gelenekselcilikleri de mutlaklaştırmadığımız, ebedîleştirmediğimiz takdirde; modernliklerin de, geleneğin de, sorgulanabilir, tartışılabilir, reddedilebilir, kabul edilebilir yanları olabileceğini kabul ederek bir çıkış yolu bulabiliriz. Toptan kabuller gibi, toptan redler de kutuplaştırıcı bir etki uyandırır. Kendi doğrularını yüceltenlerle diyalog kurulamaz. Geniş ufuklu yaklaşımların/çerçevelerin gerekli olduğunu düşünüyorum. Tarihsel bir kavşakta duruyoruz. Kararlı, anlamlı, onurlu ve derinlikli ilişkiler ve tavırlar geliştirmek durumundayız. Her ideolojik karşıtlık sorunları derinleştirir. Saldırgan ve yargılayıcı bir üslup yerine; entelektüel derinliği, bağımsızlığı ve ahlâkı esas alan bir üslubumuz olmalı. Hep başkalarını sorgulamak yerine, kendi yetersizliklerimizi de konuşabilmeli, tartışabilmeliyiz.
Son olarak Batı dünyasını sorsak? Tüm nitelikli değerlerin altüst edilip harcandığı bir uygarlık olarak Batının bugünü geçmişinden de karanlık. Siz, Batının muhalif düşünürlerini de takip eden biri olarak herhangi bir umut görebiliyor musunuz oralarda?
Batı dünyası kendisini her konuda çok başarılı ve tek saydığı için artık yeni şeyler düşünmeye, üretmeye, farklı dünyaları, gelişmeleri anlamaya ihtiyaç duymuyor. Batı entektüel hayatı da ideolojik bağımlılıktan kurtulamıyor, köhne ırkçı reflekslerden kurtulamıyor. Batı düşünce hayatı da büyük bir rehavet içerisinde. Batı entektüel hayatının gündeminde de fikirlerden çok ideolojik/ırkçı klişeler var.