Zekası büyükler gibi kapanmamış olan çocuklarımıza keşke bu sayı isimlerinin nereden geldiğini öğretsek de günümüzde yapıldığı gibi ezbere kullandırtarak iyice düşüncesizleştirmesek onları. Yedinin, üçün, ikinin, dördün neyin nesi olduğunu bulabilseler, bilebilseler.
Sevgili okur, biz Türkler sayarken aslında beşten sonra altıya geçmeyiz, yediye geçeriz!
Hoppala! Nerden çıktı bu?!
Beşten sonra altıyı atlayıp yediden başlıyor olmak nasıl bir mantığın ürünüdür? Böyle bir şeyin imkânı var mı? Beşlik sayma düzeninde beşten sonra gelen sayı biliyorsunuz birdir. Altı yoktur o düzende. Altı, kâinatta altılık bir sayma düzeni varsa ve bunun dışında altıdan büyük sayma düzenlerinde söyleyebileceğimiz bir sayı. Altmışlık bir sayma düzeninin yeryüzünde bulunduğunu görmek mümkün: Saatlerdeki dakika sisteminin ve bir yuvarlağın altmışın altı katı kadar bir açı derecesine sahip olduğunu biliyoruz. Dünyanın yörüngesi yumurta biçiminde değil de tam bir daire dediğimiz yuvarlak şeklinde olsa idi bir yıl hicriye göre 355, miladiye göre 365 gün olmayacak 360 gün olacaktı. 60 tane saniyeden oluşan dakikaların 60’ının (bir saatin yani) 24 tanesinin oluşturduğu (24’ün içinde dört tane altı var) vakit dilimi olan “gün”ün 360 tane olduğunu düşünün. Alt-ı ve ve alt-mış ile ilgili kainatta bir hususlar var ama bu tam olarak neyin nesidir, göremiyoruz.
Ama şunu söylemeye çalışıyorum: Beşten sonra altı gelmiyor, yedi geliyor. Yediyi bulduktan sonra altının yeri belirebiliyor. İddiamız garip, düşünmeden tepki veren türden insanlar için saçma hatta!
Biz düşünme ve görmeye çalışma çabamıza devam edelim: Kâinatta yedi tane olan ne var? Bunun üzerinden gidersek en tabii, en doğal “yedilik sayma düzeni”nin nereden çıktığını görebiliriz. Sorunun tam da burasında cevabı hemen vermek istemem. Tam da ayetlerde söylendiği gibi sormak isterim: Hiç gökyüzüne, dağlara, aya, güneşe bakmaz mısınız? Hayır, biz modern insanız; bunlara bakmayız, modern hayat bunlara bakmamızı zorlaştırır! Göklere, yerlere, dağa, aya, güneşe bir iyi baktığımızda yedilik sistemde ne var diye; bir haftanın yedi gün olduğunu görürüz.
Bu dünyanın her yerinde böyledir. Bir memlekette hafta beş gün, diğerinde sekiz gün değil. Peki neden yedi gün? Bunun değişmez bir şekilde yedi olmasının kaynağı nedir? Elbette ay! Gökyüzünde gördüğümüz ay! Bir ay 4 haftadan oluşuyor. Hafta Farsça bir kelime, heft. Anlamı “yedi” demek. Biz Türkler nedense heft’e yedi diyoruz.
Dünya dillerinde yedi sayısına verilen isimleri bir etimolog gözüyle görmekte çok büyük faydalar var. Bunu sizlerle yapabilmeye ömrümüz yeter mi bilmiyorum ama bir gün bunu yapabilecek yet-er-likte olmayı arzu ederim. ama şimdi sadece Türkçedeki yedi nedir, onu göreceğiz, köşemiz ancak buna yetecek.
Yedinin neyin nesi olduğunu görebilmek için ayın hareketlerini gözümüzün önüne getirmekte fayda var. Hilâl, ilkdördün, dolunay, son dördün ve yine hilâl! Bu her aşama arasında yedi gün var. Şimdi dikkatinizi teksif ederek bakmanızı rica edeceğim: Bu aşamaları rakam olarak telaffuz ediyorum: Yedi, ondört (dolunay, ayın ondördü) yirmi bir ve yirmi sekiz! Ayda bir şey var ki onun bir haline yetti diyoruz, o halin biraz daha değiştiği yeni haline bir süre sonra doldu diyoruz! Dolunay’ın yarım bir tabak gibi olan hâlinin adıdır yet-ti! Yarım tabak ayın iki ucunun bir birine yetmesi halidir yeddi veya diğer söyleyişle yetti! Kimi Türk yurtlarında yeddi, sekkiz, dokkuz şeklinde sayıldığını bilenlerimiz hatırlasın…
Evet, yedi yeten bir şeydir. Ondört ise dolan bir şey! Ayın yedinci günündeki görüntüsünün göze gelirliği, diğer ara hallerine göre ayrıştırılabilirliği yediye kadar sayabilmemize vesile olmuş. Yedinin bir önceki haline ise alt-ı denilmiş. Ama dikkat edelim; beş’in altı değil; yedinin altı!
Zekası büyükler gibi kapanmamış olan çocuklarımıza keşke bu sayı isimlerinin nereden geldiğini öğretsek de günümüzde yapıldığı gibi ezbere kullandırtarak iyice düşüncesizleştirmesek onları. Yedinin, üçün, ikinin, dördün neyin nesi olduğunu bulabilseler, bilebilseler.
Bunları görmek, bulmak zor değil; maksat da zaten sadece bunları bulmak değil! Kâinatı kavrayabilmek, mevcudatın birbiri ile olan ağını, irtibatını görebilmek aslında! Eşyanın (şeylerin) hakikâtine tanık olabilmek…