2020’nin ilk haftalarında GENÇ’te çok özel bir program başlattık: Genç Yazarlık Okulu. 300’ü aşkın başvuru arasından seçilen 40 hanımefendi, 20 beyefendi bir yıl boyunca usta isimlerle buluşacaklar, yazarlık yönlerini güçlendirecekler, nitelikli okumalar yapacaklar ve her ay en az iki metin hazırlayarak bol bol pratik yapacaklar. Bu program kapsamında ilk buluşmalara ve yazılara başladık. Diğer taraftan da bu heyecanı yüksek 60 arkadaşımıza ara ara sürpriz yaparak, online yazar buluşmaları yapıyoruz. Bunların ilkini değerli şair, yazar, dergici, akademisyen Ahmet Murat ile gerçekleştirdik. O buluşma sadece grup içinde kalmasın dedik ve heybemizdeki güzellikleri sizlerle de paylaşmak istedik…
Dilerseniz şöyle başlayalım, bir yazının oluşumunda karşılaşılan en büyük problem giriş yapmak malum. Bunu nasıl kolaylaştırabiliriz, bu sorun nasıl aşılır?
Yazıya girişte “başlangıç stresi” diye bir şey var. Bunu aşmanın çok kolay bir yolu yok ama bir önerim olabilir. Ben kendim de bunu sıklıkla yapmaya çalışıyorum. İyi denemelerin, iyi romanların, öykülerin giriş kısımlarını inceliyorum. Nasıl yazıya başladıklarına dair bir kanaat sahibi olmaya gayret ediyorum. İkinci bir önerim de şu olabilir, yazıya girişi hiç önemsemeden başlamak, gönlümüzden geldiğince yol almak sonra dönüp ilk paragrafı atarak ikinci paragraftan yazıya giriş yapmak.
Sizin yazılarınızda ben şunu görüyorum genelde: Zihninizin berraklığı metne yansıyor, ayrıca yazılarınız zarif ve akıcı oluyor. Bunu nasıl başardığınızı merak ediyorum doğrusu. Biz kendi yazılarımızda tıpkı sizin yaptığınız gibi, kelimeleri, cümleleri yormadan latif, sade bir üslubu nasıl oturtabiliriz?
Güzel ifadelerin için çok teşekkür ederim Yusuf. Bu bir anda olabilen bir şey değil, onun altını çizmek lazım belki. Yazıda işçilik denilen şeyi önemsiyorum. 15 yıl önce yazdığım yazılar meramını bu kadar net anlatabilen metinler değildi. Çalışıp çabalamakla doğrudan ilişkili bir durum bu. Cümleler ve kelime seçimi üzerinde düşünmekle belli bir mesafe kat ediliyor. Bir de şiirle uğraşmak, oradaki ritim üzerinde çalışmak, bir kelime hassasiyeti doğuruyor ister istemez.
Yazı için masaya oturduğumda ne anlatacağım büyük oranda şekillenmiş oluyor. Kafamdaki yazıyı biraz görerek yazıyorum. Ana meseleyi, temel başlıkları, belli önermeleri, kurguyu zihinde hazırlayıp masaya oturmak berraklığın ve yalınlığın bir tür garantisi oluyor.
Hem kısa yazmayı hem de okuyucuyu metne çekmeyi nasıl başarabiliriz?
Kısa denemeler yazmak, kısa öyküler yazmaya benziyor. Kısa öykülerde belli bir gerilim oluyor, çok sınırlı bir uzunlukta yazacaksınız ve okuru o yazıda tutacaksınız. Buna göre sıkıştırılmış bir kurgu inşa ediyorsunuz. Denemelerin de bu şekilde olması ve bir senaryo gibi inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Öykü senaryosu gibi katı olmasın elbette ama rastgele de akıp gitmesin.
Bazıları sohbet gibi yazar, bu da bir yol elbette. Kendimizi tanıdıkça bir yol tutturacağız. Ben de çoğu sefer giriş-gelişme-sonuç çizgisini takip etmem… Bu anlamda kısa yazmak kolay değil. Size bir kelime sınırı veriliyor, o sınır içinde kalmanız gerekiyor. Yazmak istediklerinizin bazılarını alamıyorsunuz oraya, sıkıştırıyorsunuz bazen. Tekrar edenleri atıyorsunuz. Şunu unutmayalım, yazı sadece eklemek değil çıkartmak ...................................
Tam buraya gelmişken soralım o halde, sizin için iyi denemeciler, öykücüler kimlerdir? Siz kimlerden beslendiniz?
“Kuşlarla Sohbetin Şartları”nın ilk denemesinde eskilerin neden hatıralarını yazmaktan çekindiklerini anlatıyordunuz. Bugün, sosyal medyada görünmediğimizde yokmuşuz gibi hissettiğimiz bir dönemdeyiz. Eskiler bunu edeple bağdaştırıyorlardı, bir de hali değil hakkı paylaşmak gerektiğini düşünüyorlardı. Biz dengeyi nasıl tutturacağız?