Yazı Atölyesi’nin e-posta adresine yazı değil, soru gönderen, elektrik-elektronik mühendisliği 4. sınıfta okuyan Mustafa Fatih Şen kardeşimiz, bana şöyle bir soru yöneltmiş:
“Benim kafam genellikle matematiğe iyi çalıştığı için yazı yazmayla hiç uğraşmadım. Fakat sizin yazılarınızı okudukça içimde yazı yazma arzusu doğuyor. Ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Bu konuda yardımcı olabilir misiniz?”
Dikkat ederseniz, mühendisliğin okulu vardır, öğretmenliğin okulu vardır, doktorluğun okulu vardır, daha nice mesleğin okulu vardır ve o okuldan çıkanlar o mesleğe sahip sayılırlar. Ama yazarlığın okulu yoktur. Hiçbir üniversitenin, orada dört sene okuduktan sonra kişinin ‘yazar’ olarak mezun olacağı bir bölümü yoktur. Öyle ki, edebiyat fakültesinden dahi, ‘edebiyatçı’ olarak mezun olunmaz, ancak edebiyat öğretmeni, araştırmacısı veya eleştirmeni olarak mezun olunur.
Bu öncelikle şunu gösterir: Yazmak bir okul eğitimiyle başarılan bir şey değildir; ‘meşk’ gerektiren birşeydir, mümkünse bir ustanın yol göstericiliğinde, yaza yaza yazar olunur.
Bunun gösterdiği bir diğer gerçek ise, hangi okulda okumuş olursa olsun, hangi meslekte uzmanlığa ulaşırsa ulaşsın, veya hatta hiç okumamış ve meslek edinmemiş olsun, herkes yazar olabilir. Yazarlığın okulu olmadığı gibi, ‘şu okuldan çıkan yazar olamaz’ diye bir kayıt, kural, kısıtlama da yoktur.
Ama özellikle üniversiteye hazırlık döneminden, lise yıllarından başlayan sözel-sayısal ayrımıyla birlikte, sanki sayısal alanda eğitim veren okullar ‘sözel’ yetenek gerektiren yazı hayatında başarılı olamaz gibi bir algı da bir şekilde oluşuyor. Bu, muhtemelen gerçekte birbirine tamamladığı halde, sözel-sayısal ayrımının keskin hatlarla birbirinin karşıtı gibi sunulmasıyla ilgili. Halbuki, düşünce dil ile, kelimelerle ifade kalıbına dökülüp başkalarına aktarılır ama, o düşüncenin sağlam ve tutarlı bir mimariye sahip olması için ise matematik ve mantığın başarılı bir şekilde kullanılması gerekir. Sözün kısası, ‘kafası matematiğe iyi çalışıyor olmak’ yazmak için bir dezavantaj değil, aslında bir avantajdır. Yeter ki, bir nevi soyut düşünme niteliğinde olan matematikteki muhakeme becerisi, kelimelerle sürdürülebilsin… Bunun için, matematiğin karşısına değil, yanına koymamız gereken ilave çabalar ve beceriler var: geniş bir kelime haznesi, söz mimarisi, kurgu yeteneği, yazmaya odaklandığı alana dair titiz bir araştırma vs. vs.
Bu olduktan sonra, matematiğe yönelik yetenek ve becerinin yazı hayatı için ‘engel’ değil, bilakis ‘avantaj’ olduğu görülecektir.
Bunun ‘mücerreb’ örnekleri var. Kelime haznesi genişliğine dair bir nümune olsun diye ‘mücerreb’i kullandım; tecrübe edilmiş, görülmüş, yaşanmış örnekler yani. Meselâ esasen bir matematikçi olmakla birlikte Nobel edebiyat ödülü sahibi Bertrand Russell, biyokimya profesörü Isaac Asimov, astrofizikçi Carl Sagan, ‘kafaları matematiğe yatkın’ iken son derece güçlü metinler ortaya koyan isimler. Keşke onlar gibi ‘sayısal’ alanda ihtisas sahibi olup da, onlardan farklı olarak imana hizmet eden eserler ortaya koyan kalemlerimiz olabilseydi ve olabilse…
Bizim ülkemizden de örnekleri var bu durumun. Meselâ ‘romancı’ Oğuz Atay’ın inşaat fakültesi mezunu bir mühendis olduğunu biliyor musunuz? Yine, ismini burada zikretmeyeceğim ama, inşaat mühendisi bir dostum ve kalem arkadaşım var, ama okuyucuları onu sadece ‘romancı’ olarak biliyorlar.
Velhasıl, yazmanın okulu yok, yazmaya mani bir okul veya bölüm de yok. Yeter ki, söyleyecek sözümüz, söyletecek yüreğimiz olsun ve işin hakkını verelim, sabırla, emekle yazmaya devam edelim…