
Neredeyse kırk senedir yazan biri olarak, her yeni yazı için kelimeleri birbiri ardınca sıralamaya başladığımda yakamı bırakmayan bir endişe bana refakat eder. İlgili yazıyı yazmazsam sorumlu olacağım hissiyle birlikte, konunun hakkını verememe endişesidir bu. Yazmazsam sorumlu olurum duygusu beni yazmaya zorlarken, hakkını veremeyeceğim endişesi kalemimi hızlıca, rastgele, öylesine kullanmaktan beni alıkoyar, dahası yazmaya, yeniden yazmaya, yazı üzerinde tekrar tekrar çalışmaya yöneltir.
Kırk senedir, belki istisnasız, her yazıda bu ikilemi yaşarım ve günün sonunda yazmakla iyi birşey yaptığım düşüncesiyle birlikte, meramımı gereğince ve tam olarak anlatmayı yine başaramadığım, konunun hakkını yine tam anlamıyla veremediğim düşüncesi bende bâki kalır. Birkaç aşamayla ilerleyen her yazı çalışmasının sonunda yazdığım yazıyı başkalarıyla paylaşmamı mümkün kılan kanaat ise şudur: “Hak ettiği şekilde anlatamadım, ama hiç yoktan da iyidir.”
Yayınlandığında, okunduğunda çok iz bırakan, çok itibar gören yazılarım dahil, bütün yazılar için bu kanaati taşırım; hatta bu sebeple, bir yazı bilhassa ilgiye mazhar olduğunda, şaşırır ve olumlu anlamda kanaatini ifade edenlere -gerçekten bu kanaatte olduğum için- sıklıkla şöyle cevap veririm: “Tam anlatamadım aslında, ama yine de hiç yoktan iyidir.”
Yaşım ilerlediği ve yaşlandığım için mi, yaşım ilerledi ve tecrübe bunun böyle olmasını gösterdiği için mi bilemem, son senelerde giderek iyi yazı için gerekli bir şartın ....................................................................................