
Hayat, Allah’ın sıfatlarındandır. Madde cansız ve ölüdür. Allah yaratma iradesi ile cansız ve ölü maddelerden hayatı çıkarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir” (Yasin 82).
İslam ilahiyatının zaman zaman gündemine düşen ve hararetle tartışılan konulardan biri de Evrim teorisi. Bundan önceki gündem ve tartışmalarda, ilahiyatçılar ve bu konuda hassas Müslüman fen bilimcileri, “Evrim diye bir şey yoktur ve İslam inancına taban tabana zıttır.” önermesini hep bir ağızdan dillendirirler ve konu kapanırdı. Muhafazakâr demokrat Ak Parti Hükûmeti de liselerdeki son müfredat çalışmasında evrimi ders kitaplarından çıkardı. Milli Eğitim Bakanı, evrim kuramının bir kuram teori olarak açık, sade ve rahat bir şekilde anlaşılması için öğrencilerin bir felsefî alt yapıya sahip olması gerektiğini belirtti. Bakanın açıklamasından anladığımız kadarıyla biyoloji öğretim programı içerisinde bulunan hayatın başlangıcı ve evrim, konu itibariyle öğrencilerin gelişimleri üstü bir seviyede olduğu için bir üst öğretim kurumuna bırakılmış. Yani evrim tartışmaları üniversitenin kucağına bırakılmış durumda. Konunun lise müfredatından çıkarılacağının anlaşıldığı günden beri, bu meseleyi adeta varoluşlarının ve zihinsel argümanlarının temeli kabul etmiş laik ve seküler akademisyen, yazar ve aydınlar, laik ve bilimsel eğitime darbe vuruluyor diye feryat figan etseler de, bu itirazlar arasında yeni müfredattan evrim teorisi çıkarıldı.
Buraya kadar her şey normal görünüyordu. Yani, on yıllardır iki cepheli bir tartışmanın konusu olan evrim teorisi, muhafazakâr demokrat bir iktidar vasıtasıyla kendi ülkemizde rafa kaldırılmıştı. Ancak dindar kamuoyunun hiç de alışık olmadığı bir şekilde daha çok televizyon ekranlarında ve yazdıkları kitaplarla arzı endam eden, bazılarının ciddi takipçileri olan bir takım akademisyen ve hocalar, evrim tartışmalarının yaşandığı sırada ezber bozan fikirler serdetmeye başladılar. Prof. Dr. Caner Taslaman ve Mustafa İslamoğlu, evrimde İslam inancına ters bir durumun olmadığı meyanında açıklamalarda bulundular. Taslaman fikirlerini, Evrim Teorisi Felsefe ve Tanrı, Bir Müslüman Evrimci Olabilir mi? kitaplarında açıkça beyan ederken, İslamoğlu da Kur’an ve Tabiat Ayetleri Işığında Yaratılış ve Evrim adlı kitabında bu konuyu ele almaktadır.
Nerden Çıktı Bu Evrim?
Charles Robert Darwin’i bilim ve düşünce dünyasıyla tanıştıran, tartışmalara ve polemiklere neden olan ve bu özelliğiyle 19. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran, 1859’da yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıdır. Darwin’in bu kitabı materyalizm tarihinde yeni bir çağ açma olarak görülmüştür. Darwin burada biyolojik evrimi kendinden öncekilerin ifade ettiklerinden oldukça farklı şekilde “doğal ayıklanmaya” bağlamıştır. Darwin’e göre canlılar her zaman yiyeceklerden daha fazla üremektedirler. Bu nedenle canlılar birbirleriyle sürekli mücadele etmek zorundadırlar. Bu mücadele türün kendi bireyleri arasında daha şiddetli olmakla birlikte, diğer türlerle de söz konusudur. Mücadelede galip gelen bireyler hayatta kalırken mağlup olanlar yaşama haklarını kaybetmektedirler. Hayatta kalan bireyler türün en güçlüleri olduğu gibi aynı zamanda mücadele esnasında rakibine galip gelmek için yeni özellikler de geliştirmektedirler. Söz konusu özellikler verasetle yavrulara aktarılmaktadır. Bunların uzun bir zaman diliminde birikimi sonucunda yeni türler meydana gelmektedir. Darwin’e göre tabiatta mevcut olan bütün türler bir yaratma sonucunda değil; en basit canlının bu şekilde evrimleşmesi sonucunda meydana gelmişlerdir.
Darwin, evrim teorisinin karşılaşacağı tepkileri dikkate alarak Türlerin Kökeni adlı kitabında insandan hiç bahsetmemesine rağmen bu kitaptan hemen sonra birçok düşünür evrim teorisinin insanı da kapsadığını belirterek, bu teori üzerine toplumsal projeler geliştirmeye ve çeşitli eserler yayınlamaya başladılar. Bu durumdan cesaret alan Darwin de evrimci bakış açısıyla insan ve toplumsal hayatı değerlendiren İnsanın Türeyişi kitabını 1871’de yayınlamıştır. Darwin bu kitabında evrim teorisinin temel taşını oluşturan doğal ayıklanmanın insanı da kapsadığını ve insanların maymunlarla ortak bir atadan geldiğini iddia etmiştir.
Biyolojik Darwinizmden Sosyal Darwinizme
19. yüzyılın ortalarında bilimin adeta kutsandığı ve her türlü sorunu çözmede temel referans olarak algılandığı bir dönemde biyolojik evrim teorisinden kaynaklanan sosyal Darwinizm piyasaya sürüldü. Evrim teorisinin itiraz edilemez bilimsel bir gerçek olarak sunulduğu (ve büyük bir çoğunluk tarafından kabul gördüğü) ve her bilim dalının, düşünce akımının ve düşünürün ondan kendisi için bir şeyler bulma çabasında olduğu bir ortamda kimse bu duruma itiraz etme cesareti bulamadı. Sosyal Darwinizm, Darwinizmin en popüler sloganları olan “yaşamak için mücadele” ve “en iyinin hayatta kalması” düşüncelerinin toplumsal yaşama uygulanması şeklinde tanımlanmış ve daha çok ırkçı ve emperyalist düşünceleri desteklemek amacıyla İngiltere, Amerika ve Kıta Avrupa’sında kullanılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısına damga vuran bu düşünce tarzı, bazı düşünürler tarafından Birinci Dünya Savaşı’nın nedeni olarak da gösterilmiştir. (Bu konuda bkz. Atila Doğan, Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm)
Tarihte Müslüman İlim Adamları ve Evrim
İslam dini 7. yüzyılda vahyolundu ve İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim, tüm varlıkları Allah’ın varlığının delilleri olarak nitelendirerek Müslümanları bunların incelenmesine teşvik etti. Kuran’ın ayetlerinin şekillendirdiği zihinler, bilimsel çalışmayı bir ibadet ve Allah’a yaklaşmanın aracı olarak değerlendirdiler. Bir manada Kur’an’ın dili bilimsel ilerlemenin uluslararası vasıtası oldu. 9-13. yüzyıllarda yaşamış Cabir bin Hayyan, Kindi, Harizmi, Fergani, Ebu Bekr er-Razi, İbn Sina, Biruni, İbn Yunus, İbnül Heysem gibi Müslüman bilim insanlarının Batı’da eşdeğerleri bulunmamaktaydı.
Bazı araştırmacılar bu düşünürlerdeki evrim (tekâmül) kavramına işaret ettiklerinde, birçok kişinin ‘evrim’ kavramıyla ‘Biyolojik Evrim Teorisi’ni karıştırdığı görülmektedir. Bu yanlış kullanımdan kaynaklanan hata, sıkça tarafların anlaşılamamasına sebep olmaktadır.
Cahız, canlılar arasındaki hayat kavgasından, Biruni canlı türlerin içindeki çeşitlilikten ve türlerin seçimi ile ıslah edilmelerinden bahsetmişlerse de hiçbirinin bugünkü anlamda bir evrim teorisini savunduğu söylenemez. Canlıların ‘varlık mertebeleri’ olduğu görüşünü ve bu görüşe göre canlıları sıralamayı evrim teorisinden ayırt etmek gerekir.
İbn Miskeveyh’in de yaptığı gibi canlıları ‘varlık mertebeleri’ne göre ayıran hiyerarşik bir diziliş, basit canlıdan karmaşık canlıların evrimleştiğini söyleyen sıralamaya benzeyebilir. Fakat ‘varlık mertebeleri’ne göre canlıları dizişte canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştikleri iddiası yer almazken, evrim teorisinin en temel iddiası budur.
Müslüman düşünürlerde evrim, “tekâmül” görüşü olduğunu söyleyenler biyolojik evrimden başka sosyal evrimi ki medeniyetlerin gelişimi gibi faktörler buna dâhildir; ayrıca insanın ahlakî ve manevî açıdan gelişimini anlatan psikolojik evrimi de kastetmektedirler.
Caner Taslaman ve Mustafa İslamoğlu’nun Görüşleri
Taslaman, Evrim Teorisi’ni reddeden en geniş grubu ‘teistler’in oluşturduğunu söylemektedir. Ateistler, Evrim Teorisi’ni reddettikleri zaman, bu teorinin yerini tutacak, canlıların oluşumunu açıklayacak alternatif bir teori gösteremezler. Evrim Teorisi ortaya konmadan önce ateistlerin büyük çoğunluğu, canlıların ‘kendiliğinden türeme’ yoluyla oluştuğunu savunmuşlardı. Gelişmiş mikroskopların bulunmasıyla cansız maddeyle canlılık arasındaki uçurumun zannedilenden çok daha büyük olduğu kavrandı; önce kısmen, sonra tamamen ‘kendiliğinden türeme’nin imkânsız olduğu anlaşıldı. Böylece canlıların tesadüfen oluştuğunu iddia edenler, tesadüfî bir evrimsel süreçle canlıların oluşumunu açıklamak dışında bir alternatifleri kalmadığını gördüler.
Caner Taslaman’a göre evrim teorisine en tarafsız gözle bakma imkânına sahip olanlar teistlerdir. Çünkü teist ontoloji, evrim teorisini hem kabul edecek hem reddedecek hem de bu teoriye karşı bilinemezci bir tavır içinde kalacak imkânı içinde barındırır. Oysa ateistlerin aynı objektif tavrı evrim teorisine karşı göstermeleri kolay değildir. Çünkü materyalist-ateist ontoloji, birbirlerinden bağımsız ortaya çıkan canlı türlerini sadece maddî evren içinde kalarak açıklama konusunda evrim teorisi dışında bir alternatife sahip değildir.
Caner Taslaman, evrim teorisinin dinsel inanç ile uzlaşabileceğini iddia ediyor. Evrim teorisinin doğruluğuna veya yanlışlığına dair bir şey söylemeden kendisini evrim teorisine karşı bilinemezci-teist sınıfın içinde gördüğünü beyan ediyor.
Taslaman’a göre teistlerin evrim teorisine en düşmanı bile, “Tanrı istese de evrimle canlıları yaratamaz” diyemez. Üstelik ehli kitap üç dinin mensupları, canlıların basit bir hammaddenin (toprak ve su) dönüşümü sonucu oluştuğunu kabul ederler. Yani basitten kompleksin oluşturulması ve dönüşüm fikri teizme yabancı değildir.
Kendi pozisyonunu ‘teolojik agnostisizm’ (dinbilimsel bilinemezcilik) olarak tanımlayan Taslaman, “tanrısal hikmetin neyi gerektirdiğini bilemiyorsak; bu konuda agnostik kalmanın en tutarlı yol olduğunu öneriyorum” diyor. Taslaman’a göre tanrısal hikmet açısından türlerin bağımsız mı, birbirlerinden evrimle mi, bunların bir karışımıyla mı yaratıldıklarını söyleyebilecek pozisyonda değiliz.
Yine Taslaman’a göre, tektanrılı dinlere inananlardan evrim teorisi’ni reddedenler, en çok ‘insanın maymunumsu bir canlıdan türediği’ iddiası yüzünden bu teoriye karşı çıkmışlardır. Taslaman’a göre bu mesele kafaya çok takılacak bir konu değildir. Ona göre kutsal metinlerde, birçok putperest veya kötü ahlaklı kişi kınanır. Sonuçta bu metinlerde kınanan Firavun gibi kişiler de insan ile aynı soydandır, fakat bu hususu kimse insanın onuruna ve olması gerekli ahlaki yapısına zıt bulmamıştır. ‘İnsanın diğer memelilerle veya balıklarla akraba olduğu’na dair bir iddia insanların Firavun’la akraba olduğu gerçeğinden daha kötü değildir; bu iddiaya başka sebeplerden elbette karşı çıkılabilir, ama ‘insan onuru’ gibi bir kavrama dayanarak bu iddiaya karşı çıkmak dinsel mantık açısından yanlıştır.
Taslaman’a göre Kur’an’ın ayetleriyle evrim teorisinin çeliştiğini savunanların bir kısmı, Âdem’in “Ol” emriyle yaratıldığını, bunun ise Allah’ın Âdem’i doğrudan yarattığını gösterdiğini söylerler. Kur’an’dan Allah’ın “Ol” emriyle dilediğinin oluşacağını anlıyoruz. Fakat bu, bahsedilen oluşumun, dünyevi zaman olarak bir anda gerçekleştiği anlamına gelmez. Allah’ın “Ol” emrinin yeterli olduğu anlamına gelir. Kur’an’dan Allah’ın gökleri ve yeri altı günde (evrede) yarattığını anlıyoruz. “Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı” (Kaf 38).
Hz. Âdem’in babası olduğunu ve Hz. Âdem’den önce de insan soyundan dünyada yaşayanların olduğunu iddia eden İslamoğlu, Darwin’in Allah’ın tekâmül yasasını keşfettiğini iddia ediyor. İslamoğlu, mükemmel olan tekâmül etmez; noksan olan tekâmül eder demektedir. Al-i İmran suresinin 33. ayetinde “Şüphe yok ki Allah, Âdem’i ve Nuh’u seçti. İbrahim ailesini ve İmran ailesini de seçti.” buyurulmaktadır. Mustafa İslamoğlu’na göre bir şeyin seçiminden söz ediliyorsa orada içinden seçildiği birden çok alternatif var demektir. O zaman Âdem neyin içinden seçildi? diye soran İslamoğlu, Hz. Adem’in ilk yaratılan insan olmasının Yahudi ilahiyatından bize geçtiğini iddia etmektedir.
Mustafa İslamoğlu, Hz. Âdem’in babasının olduğunu iddia ederken, İnsan Suresi 2. ayeti de delil olarak öne sürmektedir. Söz konusu ayette, “Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.” buyurulmaktadır. İslamoğlu ayette geçen insan kelimesinin hem cins isim olarak bütün insanlığı hem de bizzat Hz. Âdem’i işaret etse bile durumun değişmeyeceğini, Hz. Âdem’in insan olduğu için doğal olarak aynı normal insanlar gibi bir rahimden doğduğunu iddia etmektedir. Bu ayetteki “insan”dan maksadın Hz. Âdem’in çocukları olduğu hususu bütün müfessirlerin ittifakla kabul ettiği bir hakikattir. Hz. Âdem’in babası insansa, ondan önceki de insandır. Bu silsileyi geriye kadar götürmek imkânsızdır. Oysaki Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet, ilk yaratılışı anlaşılır beyanlarla vuzuha kavuşturmaktadır.
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının…” (Nisa 1). “Allah, sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. … “ (Fatır 11). “Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik. Sonra bu az suyu “alaka” hâline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir.” (Mü’minun 12-14).
Evrim Tartışmaları Karşısında Tavır Modern biyoloji hayatın abiyogenez mi, yoksa biyogenez mi olduğu hususunda büyük bir araştırma ve şiddetli bir tartışmanın içinde bulunmaktadır. Hayatın abiyogenez olduğunu savunanlar, belli cansız elementerin, amino asitlerden başlayarak koaservatlara (Bir sıvı içerisinde bir arada duran protein, enzim ve benzeri maddelerden oluşan kümeler), sonra proteinlere ve oradan da muhtemelen canlı tek hücrelilere ve yine muhtemelen onlar da gelişerek daha kompleks canlı yapılara doğru tekamül ettiğini iddia ederler. Hayatın biyogenez olduğunu savunanlar ise, canlı varlıkların daima canlı yapılardan gelebileceğini gözlemlerin bunu gösterdiğini, cansız maddelerden hayata geçişin hem laboratuvarda hem de tabiatta gözlenip olaylarla tespit edilemediğini iddia ederler. Onlara göre cansız canlıya dönüşemez. Canlılar ya bölünerek, ya tomurcuklanarak ya da yumurta bırakarak çoğalabilirler. Kısaca özetlenen bu teoriler okullarda okutulsa bile, bunların birer teori olduğu bu konuları vuzuha kavuşturmak için önemli çalışmalar yapmak gerektiği öğretilmelidir. Bizdeki öğretim şekliyle teorilerin kutsanması ilmin materyalistleştirilmesine neden olmuştur.
Bilimsel tarafsızlık adı altında bu tip teoriler ortaya konulurken asgari bir tarafsızlıkla hareket edildiği takdirde bile İslam’ın bu konularla ilgili görüşleri de ele alınmalıdır. Hayatın kaynağı etrafında bu çelişen ve çatışan görüşlere rağmen yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, “Allah, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. Siz de (mezarlarınızdan) işte böyle çıkarılacaksınız.” (Rûm 19) buyurmaktadır.
Hayat, Allah’ın sıfatlarındandır. Madde cansız ve ölüdür. Allah yaratma iradesi ile cansız ve ölü maddelerden hayatı çıkarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.” (Yasin 82)
İnsanoğlu bilmek ve düşünmekle mükellef kılındığı için ol emrinden ibaret olan yaratma iradesini laboratuvarda deneylerle, tabiatta gözlemlerle tahlil edebilir. Bu yaratma iradesinin mahiyet ve esrarını çözmeye çalışabilir. İslam ilmin laboratuvarda denenmiş ve tabiatta gözlenmiş verilerine açıktır. İslam’da tecrübenin adı hakk el-yakîn bilgidir. Eğer hayat hamlesinin abiyogenez teorinin dediği gibi aminoasitlerden koaservatlara, sonra proteinlere ve oradan da canlılara doğru gelişmekte olduğu deney ve gözlemlerle ispatlanabilirse bu durum yaratma iradesini inkâra değil, anlamaya yardım etmiş olur.
Dinimize göre insan toprak maddelerinden yaratılmıştır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilmektedir: “Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: O’nu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.” (Âli İmrân 59) Başka bir ayeti kerimede ise, “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara 28) buyurulmaktadır.
Bizim inancımıza göre türlerin kökeni temelden birbirinden ayrılır. Her canlının gelişim veya tekâmül yolu kendi türü içinde olmuştur. Biyoloji ilminin verilerine göre kromozomların, genlerin ve sitoplazmanın taşıdığı irsî değerler türün yapısını tespit ve tayin eder. Çevre şartları bazı değişmelere ve sapmalara sebep olsa bile tür, kendi ana özelliklerini korur. Mutasyon, türün kendi içindeki değişimlerini ifade eder; yoksa bir türün başka bir türe dönüşmesi demek olmaz.
Bizler, hayatın daha başlangıçta çok ve çeşitli canlı türler halinde tek veya çok hücreli sayısız canlı yapılarla ortaya çıktığını savunan polijenik görüşü daha haklı ve makul buluyoruz. Kur’an-ı Kerim’e göre her canlı türü kâinatımıza serpiştirilmiş birer ayet durumundadır. “Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının delillerindendir. O, dilediği zaman, onları bir araya getirmeye de gücü yetendir.” (Şura 29) “Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.” (Casiye 4)
Her canlı türü gibi insan da müstakil yaratılmıştır. İnsanın ana karnında tek hücreli bir zigottan başlayarak doğum anına kadar geçirdiği muntazam bir seri değişikliklere biyologlar, ontogenez değişiklik adını veriyorlar. Bu değişiklik bütün insanoğulları için ortaktır. İnsanın ana karnındaki macerası incelendiğinde görülüyor ki, insan gelişiminin her safhasında genetik yapı olarak insandır. Hiçbir safhada genetik yapısı değişmemektedir. Bu durum her tür için de doğrudur.