İyilik ve kötülük algısının; kaderle, rızayla, gayb ile ilişkisi vardır. Bir anlamda Şeytan da bizim nefsimizin ve dünyadaki yaşantımızın iyiliğini istemiyor mu?
Hz. Adem; Şeytan`ın fitillemesiyle yasak meyveye uzanırken Allah`ın bize mecbur kıldığı "Besmele" sınırını çiğnemiş oldu. Allah tarafından koyulan bir yasağa aklımızı kullanmadan uymak "İman"dır. Hz. Adem, imansız mıydı? Tabii ki hayır... O, sadece nefsinin isteklerine yenildi ve Allah`ın izni olmaksızın bir şeye uzandığı için edep sınırlarını aştı. Besmele; her adımı atarken, her nefesi alırken ve her şeye uzanırken nimetler için Allah`a teşekkür etmek, izin almak ve kulun Allah`a olan nezaketidir. Besmele çektiğiniz an, her şeyin sahibi olanın Allah olduğunu kabullenmiş olursunuz, eğer yanlış bir yorumda bulunmamış olursak; besmele, bir anlamda Allah`a bağlılık yeminidir, Allah`ın bahçesinden izinsiz elma çalmamaktır...
İnsanoğlu, Hz. Adem`in karşılaştığı bütün sınavlarıyla karşılaşacaktır. Aslına bakarsanız "Domuz" biz insanların elmasıdır! Müslümanlara haram olan domuzun sağlık açısından faydalı mı zararlı mı olup olmadığını tartışmaya başladığımız an ayaklarımız kayar. Çünkü tüm mesele onu tartışmadan domuzdan uzak durmaktır. Batı`dan getirilen çizgi filmlerde domuzlar şirin ve sevimli gösterilir, çocuklarımız da bir güzel nasiplenerek bizlere şu soruyu sormakta gecikmezler: "Babacığım, domuzu yemek bize haram ama onu sevmekte mi haram?"
Sorular ürkütücüdür. Evet, bize yasak olan şeylerden tiksinmek gerekir. Çünkü bizi fareden uzak tutan duygu da "Tiksinti"dir. Domuzdan, içkiden tiksinmeden onlarla aramıza mesafe koyamayız ama bu tiksintilerin geleneksel ya da damak tadıyla ilgili değil, dinen karşılığı olmalıdır. Allah`ın sevmediklerini bizlerin hümanizma adına sevmesi, bizim sevgimizin onun rahmetinden büyük olduğu anlamını çıkarır ki o zaman kurtuluş ümidimiz kalmaz.
Kötülüklerimizin kaynağını Şeytan`a yükleyerek tövbe edip kurtulmak mümkündür ama iyiliklerimizin kaynağını kendi vicdanımıza ve hoş görümüze eklemlendirirsek muhteşem bir hataya düşeriz. Allah`ın rızası için sevecek, Allah için düşman olacak, bağışlayacak veya savaşacağız. Sadaka Allah rızası için verilir. Onun bize verdiği nimetleri başkalarıyla paylaşırken kendimize mal etmemiz hoş olmaz. İnsan da insanın eli de insan eliyle dağıtılan şeyler de Allah`ın olduğunu aklımızdan çıkarmazsak her şey yerli yerine oturur. Eskiden, sadakayı veren el altta durur, alan el yukarıdan alırdı. "Veren elden de alan elden de Allah razı olsun" denilirdi. Rabbimiz en çok fukaranın gururunu hoş görmezmiş. Gerçekten de modern dünyada insanlar istemekten, dilenmekten, yardım almaktan utanıyor, gururları kırılıyor.
Benlik, ego, kibir çağındayız. Hepimiz kurtarıcı olduk. İyiliklerimizi Allah rızası için değil nefsimiz için yapıyoruz. Üstelik yaptığımız şeyin iyilik olduğu cüretini de göstererek Kuran-ı Kerim`e zıt davranıyoruz. Çünkü "Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır ama siz nereden bileceksiniz?" diyor cenabı Allah. Hz. Ömer Müslüman olmadan az önce Peygamber efendimize kötülük yapmak için yola çıkmıştı ama onun hidayeti gerçekleşti. İyi ki o an birileri Hz. Ömer`in yolunu kesip iyilik yapmaya çalışmamıştı...
İyiliğin öznesi "Ben" alan el veren el "Ben" olursa gövdemiz yarı tanrı durumuna geçer. Sokaklardan onlarca kör-topal kedi toplayan ve onları evlerinde besleyen bazı insanlara bakın. Çoğunun psikolojisinde tanrılık iddiası vardır, çünkü kendileri olmasa o hayvanlar açlıktan öleceklerdir! Kediye nankör diyoruz. Kediler rızkın Allah`tan geldiğini bildiği için kimseye boyun eğmezler. Köpekler sadıktır ama sahipleri olmayınca aç kalacaklarını sanırlar. Niçin, kedilerin bildiğini bilmeyen insanlar var halen anlamış değilim!
Yirmi dört saat iyilik yapmaya çalışan insanlar bir süre sonra obsesyona sürüklenir. Yemeden içmeden iyilik için çırpınırlar oysa bağlamını Allah`tan kopararak yaptıkları iyilik, kendilerini cehenneme sürüklüyordur. Bizler, elimizden geldiği kadar iyilik yaparak ve obsesyona sürüklenmeden cennetin kazanılabileceğini bilmek zorundayız. Ucuz kahramanlıklar hoş karşılanmaz.
Allah şöyle buyuruyor: "İşitilsin ve görülsün diye iş yapan kimse, dağı yumuşatmak için sırtı ile su taşıyan kimse gibi olur; ancak yorgunluk ve zahmet çeker, yaptığı iş boşa çıkar. Her su taşımaya koyuldukça dağda yumuşama olmaz... "(Kudsi Hadis)
Yani Cenabı Allah, "Ey insanoğlu! Bilesin ki benim rızam dışında olan hiçbir ameli kabul etmem; ihlas sahiplerine müjdeler olsun..." diyor...
İhlas: Yaptığımız ibadet ve iyiliklerin farkına varmamaktır. Ahirette cehenneme gitmek üzere olan bir adam son anda Allah`ın emriyle cennete gidiyor. Sevapları yazan melek, adamın başka bir iyiliğinin olmadığını söylüyor fakat Allah, onun bir gün iyilik yaptığını ama meleğin bile gözünden kaçtığını bildiriyor. Bunun üzerine melek "Nasıl olur, benim gözümden nasıl kaçar?" deyince, Allah cevap veriyor: "Kulum o gün iyiliği öyle içten yapmıştı ki sen bile görmemiştin, hatta kendisi bile farkında değildi..." işte ihlas budur. İhlas ile yapılan iyilik ve ibadetler sadece Allah`ın katında arşivlenir.
Firavun tipli sanatçılardan tutun da alnı secdeye gelmemiş adamlara kadar "Sizin en kötü huyunuz nedir, ya da en büyük zaafınız hangisidir?" diye sorun, "Emm... Benim en büyük zaafım çok iyi bir insan olmam ve kazık yediğim insanlara bile yardım etmemdir..." diyeceklerdir. Mesele bununla da bitmiyor. Bir de iyiliklerinin "Erdem" olduğunu söyleyenler var. Allah rızası için yapılmayan iyiliklerin "Ahlak Tanrısı" için yapılması da Cem Yılmaz`ın alanına girer, bu görevi ona bırakalım isterseniz! İyilik ve kötülük algısının; kaderle, rızayla, gayb ile ilişkisi vardır. Bir anlamda Şeytan da bizim nefsimizin ve dünyadaki yaşantımızın iyiliğini istemiyor mu? "Başa gelen her şeyde hayır vardır" dersek rıza makamına yaklaşırız. Öyleyse; Müslüman`ın ne kendisine ne de başkasına acıması, gözyaşı dökmesi, duygusallığa kapılması hoş karşılanmaz. 0 kendisine biçilen gömleği gönül rahatlığıyla giyecek ve şükrünü arttıracaktır.
Mesele budur... Yazıyı daha fazla uzatmanın anlamı yoktur. Kötülük yapmadan evvel çok düşünmek gerekiyor ama iyilik yaparken bir saniye bile düşünmediğimiz gün kurtuluş ümidimiz olacaktır.