Kitap okumak Allah’ın emridir. Hem de ilk emri! “Yaradan rabbın adıyla oku!” Yaradan rabbın adıyla tweet at, youtube videoları izle vs. değil; hele “gogıllamak” hiç değil! Kur’an oku, roman oku, deneme oku, şiir oku.. Canına oku kitapların!
"Hobilerim arasında müzik dinlemek, kitap okumak, film seyretmek, fotoğraf çekmek, yeni yerler keşfetmek var.”
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2014 yılında yaptığı kitap okuma araştırmasının sonuçlarına göre, günde 6 saat televizyon izleyip, 3 saat internete giren biz Türkler, kitap okumaya ortalama 1 dakika ayırıyormuşuz. Yani dünya genelinde kitap okumadaki sonunculuğumuzu koruyoruz...
Bilgiye ulaşmanın iki yolu vardır. Birincisi okumak, ikincisi bilen birine sormak. Soracağın soruyu cevaplayacak birini her zaman bulamazsın. Bulsan da aldığın cevap seni tatmin etmeyebilir. O zaman başka okuyan kişiler bulman gerekir. Zoru daha da zorlaştırmış olursun. Ama kitaplar öyle değil. Ulaşmak kolay, okuyan yok. (Aslında bir de üçüncü yol var; tecrübe etmek. Ama dikenli yol; asfaltı canımızı yakıyor.)
Şimdi başka bir yol daha çıkardık; “gogıllamak”. Google’a yazıp öğreniyoruz çoğu şeyi. Tek cümlelik bilgilerle donatılıyoruz, herhangi bir derinliğimiz olmadan. Her şeyi gogılladığımız için “Bu duygularımın sözlükte tarifi yok” diyoruz. Sanki sözlük açıp baktığımız var...
Geçenlerde bir telefon konuşmasına şahit oldum. Bilge bir abim telefonda konuştuğu arkadaşına “Bana google bilgileriyle gelme kardeşim, kitabî bilgiyle gel. Fikrî derinliğin yoksa dinlemem” diyordu. Derinliği olmayan bilgilerinle bir tartışmaya girersen, hararet yaparsın. Fikrin yolda kalır, hevesin kaçar.
Tamam kitap okumak sıkıcıdır belki. Ama en iyi filmlerin çoğu, kitaplardan uyarlamadır. Ki onların da nasıl uyarlandığı ayrı bir tartışma konusu. Çünkü birçoğu için şu tarz yorumlar yapılır: “Kanka ben bu filmin kitabını okudum, kitaptaki çoğu şey filmde yoktu. Filmin kitabı daha güzel, sen kitabını oku.” Kitaplardan uyarlanan filmler, neden kitabı kadar güzel olmuyor?
Çünkü kitaplar özgürdür. Filmlerdeki gibi dakika sınırı yoktur. Üç saati geçerse izleyiciyi sıkarız diye düşünülmez. Eğer bir fikir öfken varsa ve artık yerinde duramıyorsan, seni rahatsız ediyorsa oturur yazarsın. Talep piyasasına göre yazılan kitaplar hariç, kapitalist bir amaç güdülerek yazılmaz. Satılsın için değil, okunsun için yazılır kitaplar. Kitap yazmakla fikir paylaşılır ve paylaşıldıkça güçlenir fikirler!
Herkes iyi kitap yazamıyor olabilir. Ama Geothe der ki “İçinde iyi yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur.” Yani düşünüldüğü gibi okunan kitap kötü bile olsa, zaman kaybı değildir. Kötü kitap okuya okuya iyi kitap bulma yeteneği kazanılır. Nasıl ki “Çikita muz” şarkısını (şarkı demeye elim varmıyor) dinledikten sonra “Bésame Mucho”nun değerini daha iyi anlıyoruz, ucuz aşk romanlarını (ucuzdan kastım ekonomik değeri değil, fikri değeri) okuduktan sonra da aynı şeyi Râif Cilasun’un “Haram Lokma” kitabı için düşünürüz; “Oh be! Kitap varmış!”
Ama biz iyiden iyiye “kitapsız” olduk. Yani kitap sahibi olmayan kimseler… Artık evlerimizde kütüphaneler yerine limitsiz internetimiz, dev ekran plazma televizyonlarımız, vitrinlerimiz ve konsollarımız var. Gel gelelim herhangi bir konuyu oturma odamızdaki kahve fincanlarımızdan öğrenemiyoruz. Onlar bize bir şey anlatamaz çünkü. Ha sırf bu anlattığıma muhalefet için kitap sayfası şeklinde tasarlanmış kahve fincanları üretilirse o ayrı tabii...
Tüm bunların dışında kitap okumak Allah’ın emridir. Hem de ilk emri! “Yaradan rabbın adıyla oku!” Yaradan rabbın adıyla tweet at, youtube videoları izle vs. değil; hele “gogıllamak” hiç değil! Kur’an oku, roman oku, deneme oku, şiir oku... Canına oku kitapların!
(Bu arada çok okuyan mı bilir çok gezen mi tartışması sonlandıysa söyleyin; ona göre pasaportumu yenileyeceğim. :)