
Eh, bu yolda gençliğin enerjisi birazcık kırıp dökse de, arada bir cenaze kalksa da ehemmiyetsizdir. Yeter ki devletimizin bekası, vatanımızın birliği var olsundur.
Spordaki şiddet, tavana vurduğu ve iyice görünür olduğu zamanlar sorgulanır, daha doğrusu sorgulanır gibi yapılır, sonra unutulur gider. Bir dahaki şiddet olayına kadar. Sorgulanır da ne olur, “Aaa, çok ayıp çocuklar. Bi daha görmiyim, tamam mı?..” denilir geçilir. Kan ve can kaybı da olsa bu değişmez. Devlet kurumları bu konuda eskiden beri garip bir hoşgörü beslerler. Gel gelelim, siyasi meselelerde bu hiç de öyle değildir. Bırakın kavga-gürültüyü, gençlerin katıldığı siyasi amaçlı protesto gösterilerine bile doğru dürüst tahammül gösterilmez, güvenlik kuvvetleri katılımcıları dağıtmak için olanca güçlerini kullanırlar. Yeni bir şey değil bu, eskiden beri böyle. Zaman değişiyor, hükümetler değişiyor, Türkiye değişiyor ama bu görüntü değişmiyor.
Bir bakıyorsunuz, en masum gösteride bile kadın, ihtiyar, çoluk, çocuk denmeden bir temiz sopadan geçiriliyor. Gerçi işler eskisinden azıcık farklı, AB kapılarında bekliyoruz ve onlar da bize bazı şartlar koşuyorlar. Bu manzaralar da o şartların çizdiği çerçeveye pek uymuyor. Dolayısıyla böyle bir hadise olunca tepemizde dikilip “Ne oluyor Türkiye, nedir bu vaziyet?” diye soruveriyorlar ama bizimkiler derhal “Tamam tamam, bir şey yok. Bizde aile içinde olur böyle şeyler. Siz de o kadar karışmayın canım bizim iç işlerimize.!” diye hafif tertip tersliyorlar Avrupalı dostlarımızı… Onlar da bu “hem kel hem fodul” tavrı bir türlü anlayamadan dönüp gidiyorlar her seferinde.
Siyaseti bırakalım ve spordan devam edelim. Eskiden Avrupa’da da futbolda yoğun bir şekilde şiddet vardı. Özellikle İngiliz taraftarlar hem kendi ülkelerinde hem de yurt dışında kavgalar çıkarırlar, her yeri kırıp dökerlerdi. Bütün Avrupa onlardan illallah demişti ki, 1985’te Belçika’da Heysel faciası patladı ve bu facia tam bir dönüm noktası oldu. Liverpool ile Juventus takımları arasında oynanacak olan (o zamanki adıyla) Şampiyon Kulüpler Kupası final maçı öncesinde Liverpool taraftarları Juventus taraftarlarına saldırınca çıkan arbedede 38 İtalyan ve bir de Belçikalı hayatını kaybetti. Bu olay üzerine İngiliz takımlarına uluslar arası müsabakalardan 5 yıl, Liverpool’a da 8 yıl men cezası verildi. Avrupa kararlılıkla sporda şiddetin üzerine gitti ve hakkından geldi. Şimdi İngiltere’de sahanın hemen kenarından başlayan tribünlerde seyirciler kuzu kuzu maç seyrediyorlar, hiçbir kavga gürültü de çıkmıyor.
Bize gelince. Avrupa’ya çıktığımız zaman pek öyle şiddet filan olmuyor, çünkü FİFA ve UEFA’nın şakası yok, derhal yaptırım uyguluyorlar. Öyle araya hatırlı adamlar sokup rica minnet de edemiyorsunuz, sahaya girip de polis tarafından “alınan” taraftarı yukarıyla görüşüp yeniden tribüne gönderemiyorsunuz.
Hasıl-ı kelâm, bu işlerin önüne geçilmek istense geçilir ama mahsus geçilmiyor diye ciddi bir kuşku besleriz. Siyasi şiddete en ufak bir hoşgörü tanımayan büyüklerimiz kendilerine göre haklıdırlar, çünkü siyasi hareketlerin sonu kötüye varabilir: Rejimi sorgulamak, hâttâ değiştirmek, ülke yönetimine talip olmak vs. Fakat sporseverin (tabiî ülkemizde futbolseverin) tek derdi şampiyon olmaktır. Ondan ötesi yoktur. Eh, bu yolda gençliğin enerjisi birazcık kırıp dökse de, arada bir cenaze kalksa da ehemmiyetsizdir. Yeter ki devletimizin bekası, vatanımızın birliği var olsundur. Biz bu uğurda kardeşlerini bile feda eden bir ırkın ahfadıyızdır. Avamdan üç beş kişi ölüp gitse ne olur ki? Hem nedir yani, sokağa çıktığında başına saksı düşüp ölme ihtimali yok mudur insan oğlunun? Ölümlü dünya işte, nasılsa günün birinde göçüp gideceğiz hepimiz…
Sporda şiddet, gençliğin tehlikeli (!) enerjisini en az zararla absorbe edebilecek bir alan olarak görülmekte, o yüzden bu kadar büyük bir hoşgörüyle karşılanmaktadır. İnşaallah Heysel faciasının bir benzeri başımıza gelmeden bu enerjiyi heba etmek yerine sağlıklı ve verimli alanlara kanalize etmek büyüklerimizin aklına gelir. Gerçi öyle bir hadise olsa bile değişen bir şey olur mu olmaz mı, pek emin değilim doğrusu…