
Genel kamuoyu yarışın adil ve temiz olduğuna bir türlü inanamıyor nedense. Saha içi ve dışında acayip acayip şeyler oluyor. Ya da bize öyle geliyor ama nasıl oluyorsa oluyor, hep bir takım dolaplar döndüğü kuşkusu yakamızı bırakmıyor.
ısa bir süre önce, herkesin yakından tanıdığı eski bir futbolcunun ağzından bana naklen anlatılan şeyler karşısında kulaklarıma inanamadım. Ülke futbol tarihine adları altın harfle yazılmış oyuncular hakkında akıl almaz şike hikayelerini, sanki kahvede çay parasına oynanan kağıt oyununda yapılan masum hileler gibi keyifle anlatıyormuş vatandaş… Soyunma odalarında ortalıkta dönen para çantaları, sahada maçın bitmesi gereken skor varken “yanlışlıkla” gol atan futbolcunun kovalanması, yine her şey yolundayken son dakikada gelen bir kaza golünün hakem tarafından iptal edilmesi.
Bunlar henüz futbolda paranın şimdiki kadar ön planda olmadığı, sözümona herkesin forma aşkıyla çamur sahalarda top koşturduğu yıllarda yaşananlar… Milyar dolarlık ligimizde şimdi neler dönüyordur, varın siz tahmin edin. İşin kötü yanı, sahada olup biteni çıplak gözle de fark edemiyorsunuz. Yine geçmişten bir örnek vereyim: 1990’lı yılların başında, o zamanlar futbolu yeni bırakmış ve spor yazarlığına başlamış olan Samet Aybaba gitmiş –şimdi yerinde yeller esen- Yugoslavya’da maç seyredecek. Maç da o sezon Tanju Çolak’la Avrupa Gol Krallığı’nda yarışan Darko Pancev’in maçı. Maç başlamamış ya da henüz başlamışken yanında bir Yugoslav açık açık, “bak, bu maç 3-2 bitecek ve gollerin ikisini Pancev atacak” diyor. Aybaba şoke oluyor ve “Nasıl yani? Bu şike değil mi?” diye isyan ediyor ama cevap hazır: “Niye? Sizin Tanju geçen 5 gol atarken iyi miydi?” Adamın kehanetinin doğru çıktığını söylemeye lüzum yok herhalde. Avrupa Gol Kralı da Pancev oldu.
Gerçekten de Tanju Çolak Galatasaray forması altında Aydınspor’a 5 gol atmıştır ve goller görünüşte tamamen yasaldır. Samet Aybaba bile buna kendini inandırmıştır ama gelin görün ki elin gavuru yememiştir.
Aradan geçen zaman zarfında Yugoslavya paramparça oldu, Avrupa’nın orta yerinde büyük acılar ve ayıplar yaşandı, bir süre sonra iyi kötü bir düzen kuruldu. Şimdi o taraftan yukarıda anlattığımıza benzer önceden bilinen gol haberleri gelmiyor. Kuvvetle muhtemel sporda bir arınma sürecinden geçmişlerdir. Bize gelince; savaş yaşamadık çok şükür ama neler gördük neler… Başbakanlarımız, generallerimiz, siyasetçi ve gazetecilerimiz arkalarında soru işaretleri bırakarak bu dünyadan göçtüler. Susurluk’lar, 28 Şubat’lar, depremler, ekonomik krizler. Son on yıldır öyle ya da böyle düşük tansiyonla yaşıyoruz şükürler olsun. Ama futbolumuzda pek de değişen bir şey yok. Kamuoyu yarışın adil ve temiz olduğuna bir türlü inanamıyor nedense. Saha içi ve dışında acayip acayip şeyler oluyor. Ya da bize öyle geliyor ama nasıl oluyorsa oluyor, hep bir takım dolaplar döndüğü kuşkusu yakamızı bırakmıyor.
Ligimizin değeri (?) milyar dolara vuruyor ama uluslar arası arenada bir türlü başarı gelmiyor. Yıllar akıp gittikçe, 1956’daki 3-1’lik Macaristan galibiyetiyle Galatasaray’ın 2000’deki UEFA Kupası zaferi arasındaki mesafe giderek kapanıyor. Yaptıkları ağır hatalar sonrası eleştirildiklerinde malûm çevreler tarafından aşırı bir korumaya alınan hakemlerimiz Dünya ve Avrupa şampiyonalarında ismini bile ilk kez işittiğimiz ülke hakemleri arasına giremiyorlar. Yurt dışına giden futbolcularımız çok geçmeden sıla hasretine (!) dayanamadan geri dönüyorlar, Türkçeyi doğru dürüst konuşamayan gurbetçi çocuklarımız büyük takımlara transfer olduklarında gurur ve kıvançtan ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Onlara yaptığımız tek katkının, babaları ve dedelerini gurbet ellere yollamak olduğunu unutarak.
Ülkede gerçekleşen bunca olumlu gelişmeye rağmen futbolun hâlâ eski düzenini muhafaza etmesi uzun sürmeyecektir. Nasıl ki bazı ideolojik akımlar dünyada karşılığı kalmayınca konjonktüre direnemeyip tarihin çöplüğüne atılıveriyorlar, Türk futbolu da bu kirli düzenden çok geçmeden kurtulacaktır. Bu değişimin gecikmiş olması belki –biraz iyimser olacak ama- kazanmak/kaybetmek kavramlarının batı medeniyetiyle bizde farklı algılanıyor olmasıyla açıklanabilir. Yoksa ortalıkta dolaşan çantadaki paranın kime ait olduğu, kimin hakkı olduğu sorusu kimsenin aklına gelmez mi 1000 yıldır Müslüman olan bir toplumda?