Fotoğraf alanında önemli işlere imza atan, dünyanın birçok bölgesinden farklı ülkelere ziyaretler gerçekleştiren Gezgin Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Halit Ömer Camcı ile Selfie fotoğrafı üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.
İnsanlar neden “Selfie” fotoğrafı çeker?
Malum, dünyada popüler insanlar var şimdi. Birçok insanın hayranlıkla izlediği sinema oyuncuları Holywood’da, Oscar Gecesi gibi önemli bir gecede sizin dediğiniz tarzda fotoğraf çektiler. Bir düğmeye basma, tetikleme gibi oldu bu. Diğer yandan sosyal medyanın da çok aktif ve çok etkili olduğu bir dünyadayız artık. Yani o fotoğrafı çekselerdi ve gazetelerde yayınlansaydı bize ulaşır mıydı bilmiyorum. Dünyanın ta Çin’indeki Malezya’sındaki insana ulaşır mıydı, bilmiyorum. Çünkü insanların bu tür fotoğraf karelerini görebilmeleri için Amerikan gazeteleri almaları gerekiyordu. Şimdi hemen televizyonda, internette, İnstagramda, Twitter’da görüyoruz, birden bire binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insan paylaşmaya başlıyor. Öyle olunca da herkes hemen bir empati yaparak ben de aynısını çekeyim, ben de bir hafıza oluşturayım diyor ve modaya dönüşüyor. Biz de arkadaşlar ile o hafta Amerika’daydık ve kendi aramızda da o şekilde basit bir fotoğraf çektik.
Selfie’nin şöyle bir güzelliği var; çeken kişi fotoğrafın içerisinde. Öncelikle bu çok önemli. Çünkü bir neşe anı, mutluluk anı ve kimlerle bir arada olduğun duygusu bazı insanları mutlu eder ve gurur duymalarına vesile olur. Çünkü kişi sevdiği insanlar ile birliktedir. Büyük ihtimalle sevmediği insanlar ile selfie fotoğrafı çektirmez insanlar. Öyle neşeli ve mutlu bir anı, bakın bir aradayız deyip de hem dostlarına, hem dünyaya hem bir tarihe kendi kişisel notuna, hafızasına kaydetmek istiyor insan. Hani koyunun biri önden atlayınca, arkadakilerin hepsi atlarmış ya, şimdi ayıptır söylemesi insanoğlunda da aynı duygu var. Bir şekilde önde saydığımız, belli mevzularda hayranlıkla takip ettiğimiz o insanlar bir şey yaptığında biz de takip ediyoruz.
Özetlersek, milyonlarca insanın ekrana kilitlendiği bir anda ve milyonlarca insanın hayranlıkla takip ettiği birkaç kişi bir şey yapınca, arkasındaki birçok insan da o uçurumdan atladı, öyle söyleyeyim...
Sosyal medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanlar artık her anını paylaşma gereği duyuyor. Yani o eski mütevazılık, mahremiyet ortadan kalktı. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu konu bence psikologların, psikiyatrların, sosyologların ve bizlerin ilgi alanına giren, cevaplar verebileceği bir konu aslında. İnsanoğlu dönüşüyor. Önceden dükkanların vitrinine tatlı bir şey bırakmak, turşu koymak, bir bakkal camının kenarına içeride ne olduğunun bilgisini verebilecek herhangi bir ürün bırakmak ahlaken ayıptı. Mesela hamile kadınlar oradan geçiyorsa ve aşeriyorsa, canı çeker diye düşünülürdü. Alacak gücü de yoksa, bu manevi bir sorumluluk hissettirdirdi. Böyle bir dünyadaydık. Bundan yüzyıl evvelki İstanbul böyleydi mesela. Vitrinde yiyecek bir şey sergileyemezdiniz. Buzdolabı yoktu, başka bırakacak yer yoktu değil. Temel sebebi biri görür, almak ister ve alamazsa onun mağduriyeti ve mahcubiyetinin faturası ve onun ahiretteki hesabı ödenmez, yani bir çocuğun canı şeker çeker ve onu alacak gücü de yoksa o şekeri yiyememenin içeride oluşturduğu burukluk bir vicdan azabına dönüşürdü. O yüzden insanlar vitrinlerde sergilemek şöyle dursun, ne lazımsa kutular içerisinden çekilir ve öyle verilirdi. Şimdi ise şunu yedim, beş dakika sonra şunu yiyeceğim, bu saati aldım, denize girdim, bak deniz ne kadar güzel, bak terliklerim ne kadar güzel, parmak uçlarım ne kadar güzelden başlayan ve dudaklarım ne kadar güzele doğru her şeyini paylaşan ve hemen muhitindeki üç, beş kişiyle tatmin olmayıp dünyanın ta Çin’indeki, Venezüella’sındaki insana dahi birçok şeyi göstermek isteyen bir insanoğlu tipine döndük biz.
Dünya bir dönüşüm yaşıyor, hakikaten bunun temelinde neler var? Negatif yaklaşmak çok doğru değil. Fakat çok pozitif bir dünyada da değiliz. O ikisinin dengesini de koymak lazım. Bazen şöyle düşünülebilir. Siz gittiniz, çok güzel çiçekli bir bahçe fotoğrafı çektiniz. Şimdi İstanbul’da olduğu gibi... Diyelim ki kuzey yarım kürede uzun aylar boyunca kış yaşayan bir ülkede instagram kullanan bir insana bu çiçeklerle dolu olan bahçe fotoğrafını gönderdiğiniz an bu hoş, güzel bir durum olabilir. Onun görme imkânı olmayan bir dünyayı ona göstermiş oluyorsunuz bu sayede. Mesela Türkiye’yi tanıtmak isteyen gönüllüleriz. Bu ülkenin güzelliğini insanlara anlatmak, paylaşmak istiyoruz. Yazıyla anlatma dönemi çoktan kapandığı için görüntüler, fotoğraf paylaşımları ve videolardan kendi ülkenizin, şehrinizin güzelliğini insanlar ile paylaşabiliyorsunuz. Bakınız bu ülke ne güzel, buyurun bu güzellikleri görmeye gelin diye yabancı insanları teşvik edebilirsiniz. Bu açıdan bakınca oldukça iyi niyetli.
Fakat sokağa düştüğünde, her şeyi paylaştığında, edep dışı mevzulara döndüğünde o mevzuyu yeniden sorgulamak lazım. Yemeyip içmeyip yediği yemeği paylaşan, yemekten çok yemeğin görüntüsünü paylaşan insanoğlu ne yapıyor hakikaten, nereye varmak istiyor, işin doğrusu ben de bilmiyorum, çözemiyorum. Ama bir etkileşimi var paylaşımın. Siz güzel bir fotoğraf çekiyorsunuz ve insanlar beğeniyorlar, altına yorumlar yazıyorlar ve hayatta tanımadığınız muhtemelen de tanımayacağınız binlerce insan tane tane sizi takip ediyor ve orada da insani ilişki kuruluyor. Sabah uyandığınız zaman size günaydın diyen bir sürü arkadaşınız oluyor mesela ama birisi Hakkari’de yaşıyor, birisi Iğdır’da yaşıyor, bir diğeri Tekirdağ’da yaşıyor ya da bir diğeri Saint Petersburg’da yaşıyor ve günaydın diyor mesela size. Yani bu insani bir paylaşıma dönüyor. Siz bunun dengesini tutarlı bir şekilde ortaya koyuyorsanız, yani günlük hayatta da size günaydın diyen insanlar varsa bir de oradan da size günaydın deniliyorsa bir sıkıntı yok bence. Fakat gerçek hayatta bir arada bulunduğun insanlarla asosyalleşiyorsun ama sosyal medyada delice çalışıyorsun, bir sürü insanla orada temasın var fakat günlük hayattaki insanlara bir gülücük dahi atmıyorsun. O zaman hayatın terazisi bozuluyor, bir terapiye ihtiyaç hâsıl olduğu fark ediliyor. O yüzden bilemiyorum, her bir sorunun her bir insan için ayrı bir cevabı var. Yani bazen hayır, hasenat, güzellik için yapılıyor bazen de bir ego tatmini, bir nefis aldatmacası, bir imtihana kadar da dönebiliyor mevzu...
Kullanım amacına göre değişiyor yani?
Mesela twitterı düşünelim; fotoğraf değil de söz paylaşıyorsunuz. Oradan bir söz paylaşacaksanız şöyle düşünebilirsiniz: Güzel söz sadakadır. Orada yüzlerce, milyonlarca insanın birbirine bağırıp çağırdığı, iftira attığı, hakaretler yağdırdığı bir platformda, “hadi Yunus Emre’den bir şey konuşalım hadi dünyayı, ahireti, sonsuzluğu sorgulayan bir cümleyi paylaşalım” diye düşünebilirsiniz. Mevlana’dan, İbn-i Arabiden, Abdulkadir Geylani’den, Cenap Şahabettin’den, Necip Fazıl’dan kim aklınıza gelirse hoş bir cümle paylaşabilirsiniz. Bizim çok ihtiyacımız olan bir cümle olabilir paylaştığınız... Kelimeler de tohumlar gibidir, insanların kalbine, kafasına ekersiniz. Sonra oradan mutlu veya mutsuz insanlar yetişir. Ektiğiniz kelimeler çiçek gibi kelimelerse oradan bahar doğabilir. Fakat ateşler dağıtıyorsanız etrafa, kelimelerinizle yakıyorsanız orada harabeler, yangınlardan dolayı küle dönmüş ormanlar bulabilirsiniz. Kelimeler çok anlamsız basit şeyler mi? Hayır değil. Biz onlarla iletişim kuruyoruz, onlarla insanları mutlu ediyoruz, konuşulan cümleler üzerinden gözyaşı döküyor ya da neşe saçıyoruz. O yüzden bu kelime ve cümle paylaşımları belli yerlerde, belli insanların, belirli anlarında kalplerine dokunduğunda çok doğru bir faydaya isabet etmiş olabilir. Mesela “güzel söz sadakadır” hadisinden hareket ederek her sözü bu minvalde paylaşınca belki de hayır ve hasenat yapıyorsunuz. Ya da bir cümle ile hiç tanımadığınız binlerce insan hakkında gıybet de yapıyor olabilirsiniz...