Parayı bastırıp istediğiniz futbolcuyu kadrosuna katacak düzeyde bir kulüp değilseniz yıldızlarınızı kendi bünyenizde üretmeniz de yeterli olmuyor. Bir de aidiyet duygusu aşılamak gerekiyor onlara.
ürkiye’de yaşayan bir futbolseverin Avrupa’da takım tutması, yurt içinde takım tutmasından tamamen farklı ve bağımsız sebeplerle gerçekleşir. Çünkü Türkiye’de takım tutma yaşına gelmiş bir insan (ezici çoğunlukla küçük çocuklar) mutlaka bir takım etkiler altında kararını verir. Başta baba olmak üzere amcalar, dayılar, mahallede çok sevilen sayılan, örnek alınan ağabeyler büyük ölçüde yönlendirici rol oynarlar.
Gelgelelim, Avrupa’da durum hayli farklıdır. Çünkü o yönlendirici tayfanın Avrupa takımları umurlarında bile değildi, yakın zamana kadar. Onların birinin taraftarı olmak akıllara bile gelmezdi. Çünkü Türkiye düne kadar içine kapalı bir ülkeydi, iletişim araçları son derece sınırlıydı, Avrupa futbolunu takip etmek için devlet televizyonunun haftada bir akşam 15-30 dakika arası verdiği Avrupa’dan Futbol programıyla bir sezonda eşref saati geldiğinde yayınladığı birkaç maçı seyretmekten başka bir alternatifiniz yoktu. Onları da ancak benim gibi aykırı tipler büyük bir ilgi ve dikkatle takip ederdi, çoğunluğun Türkiye’de hangi takımın şampiyon olacağı hakkında papatya falı açmaktan başka bir derdi yoktu. Hal böyle olunca da kimse çocuğuna, yeğenine vs. Avrupa’da bir takımı tercih etme noktasında herhangi bir telkinde bulunmazdı.
Zamanla Avrupa futbolu ekranlarımızdan taşmaya başlayıp, futbolseverin günlük hayatında önemli bir yer işgal etmeye başlayınca takım tutma yaşına gelen çocuklar bu takımlardan birinin taraftarı olma moduna girdiler. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi, kendilerinden önceki kuşağın böyle bir kültürü olmadığı için tamamen bağımsız iradeleriyle tercih yaptılar. O zaman da Türkiye’deki takımlarıyla Avrupa’daki takımlar arasında ciddi farklılıklar ortaya çıktı. Türkiye’de bir takım etkilerle bir takımın taraftarı olan bir futbolsever, zaman içinde bu tercihini kendince haklı kılacak bazı argümanları savunmaya başlıyordu. Kimi Kurtuluş Savaşı’nda takımın kurucularının gösterdiği kahramanlıkları parlatıyordu, kimi de takımlarının ne kadar halka mal olmuş bir değer olduğunu vs. vs. Türkiye’de pahalı transferler yapma gücü olmayan bir takımın taraftarı, futbolda esas olanın altyapı olduğunu savunurken, bir de bakıyordunuz Avrupa’da çılgınca transfer yapan bir takımın taraftarı oluvermiş.
Bu uzunca girizgâhı, 40. yılına doğru giden Bayern Münih taraftarlığımıza yakışıklı bir kılıf olsun diye yapmadık. Bilindiği üzere Almanya’nın en önde gelen kulübü, yurt içinde rakibi olan kulüplerin gözde futbolcularını transfer etmesiyle tanınıyor, hâttâ bu yüzden antipati de topluyor. Her ne kadar taraftarı da olsak bu bizim de pek hoşumuza giden bir durum değil. Bununla beraber, istisnai dönemler dışında Bayern’in kadrosunda her daim kendi bünyesinden yetiştirdiği önemli futbolcular yer alır. Esasen bu düzeyde bir takımın kadrosunun tamamına yakınının altyapıdan yetişmiş futbolculardan oluşması ne yazık ki pratikte mümkün görünmüyor. Bunu sadece Barcelona başardı, o da bu durumu ne kadar sürdürebilir bilinmez. İflah olmaz bir futbol romantiği olarak Barcelona’nın başarıyla uyguladığı modelin sürdürülebilir olmasını ve diğer büyük kulüplere örnek teşkil etmesini canı gönülden temenni ediyorum. Dünya karması kuracak düzeyde maddi güç ve nüfuza sahip bir kulübün tamamına yakınının altyapıdan yetişmiş futbolcularla elde ettiği tarihi başarılar küçüğünden büyüğüne her kulübe örnek olmalıdır.
Hasıl-ı kelâm; eğer parayı bastırıp istediğiniz futbolcuyu kadrosuna katacak düzeyde bir kulüp değilseniz yıldızlarınızı kendi bünyenizde üretmeniz de yeterli olmuyor. Bir de aidiyet duygusu aşılamak gerekiyor onlara. Maddiyat ne kadar önemli bir faktör olursa olsun, her zaman tek belirleyici unsur olmamıştır, çünkü işin içinde duyguları da olan insan faktörü vardır.