Bizim zamanımızda orta dereceli okullarda kullanılan not sistemi hayli eskilerde kaldı. Gençler hatırlamaz, burada açıklayalım. O zamanlar notlar 10 üzerinden verilirdi ve mesela eğer öğrencinin aldığı not 3,5 ise bu dörde yuvarlanır, öğrenci de dört almış sayılırdı.
Türkiye’de vakti zamanında kurulmuş olan İstanbul merkezli sosyal, ekonomik ve kültürel düzenin içinde futbol da önemli bir yer teşkil eder. Dünyada eşine benzerine zor rastlanır bir şekilde Türkiye’de futbola ilgi duyan kesimlerin ezici bir bölümü İstanbul’un üç semtinde kurulmuş bir takımın taraftarıdır. (Trabzonspor ise bu denklem kurulduğu zaman hesapta yoktu, sonradan bir şekilde uydurulmaya çalışıldı. Hâlâ bir arıza olmaya devam ediyor.)
Eğer bu üç buçuk takımlı sistem başarılı olmuş olsaydı, yani bu takımlar uluslararası platformlarda başarıdan başarıya koşsalar, her biri Avrupa’nın söz sahibi takımları arasına girmiş olsalardı, en azından görünürde hiçbir problem yoktu. Gerçekçi bir yorumla pasta büyümüş olur, herkes de bu pastadan iyi kötü payını alır, hakkına razı gelirdi.
Fakat öyle olmuyor. Büyük Türk takımları parasal büyüklükte Avrupa’da derecelere girmeye başladılar ama başarı hak getire. Eskiden parasızlık mazereti vardı, “biz aslında çok yetenekli bir milletiz ama tesis yok, n’apıceksin…” denirdi. Şimdi un da var, yağ da var, şeker de var ama helva bir türlü ortaya gelmiyor.
Hal böyleyken, sistemi kuran ve idame ettirenlerde herhangi bir radikal değişim-dönüşüm hevesi görülmüyor. “Milli Takım da dâhil, Türk takımları neden yurt dışında başarılı olamıyor?” diye kimsenin kafa yorduğuna şahit olmuyoruz. Medya üzerinden tartışmalar yükselmiyor, arama konferansları düzenlenmiyor. İç rekabet (?) toplumun damarlarına sürekli ve gerekli dozda enjekte ediliyor. Hayatındaki en büyük başarısı ilkokulda kompozisyon yarışmasındaki dördüncülük olan sevgili vatandaşım, hafta başında aynı dairede çalıştığı (hâşâ) ezeli rakibini kızdırmakla kendi varlığını anlamlandırmaya çalışıyor.
Bu durumun böyle sürüp gitmeyeceğini, Türkiye’nin ve dünyanın bu düzen kurulduğu zamanlardaki gibi dışa kapalı sistemler olmadığını ve yeni yetişen kuşakların gelişen iletişim imkânlarıyla birlikte daha kaliteli ve heyecanlı ülkelere doğru yelken açacağını, o ülkedeki futbol takımlarının taraftarları olacağını daha önce defalarca anlatmaya çalıştık. Bunun ciddi bir tehlike olduğunu ve mutlaka tedbir alınması gerektiğini de âcizane ikaz ettik.
Nasıl ve ne gibi tedbirler alınabilir? Bir kere -şu anda gerçek anlamda ortalarda olmayan- rekabet ortamı tesis edilmeli. Bu kolay olmayacaktır, şu yukarıda tasvir ettiğimiz kompozisyon dehası arkadaştan ülkenin zirvelerindeki isimlere kadar geniş bir yelpazeden direnişle karşılanacaktır. Onlar da bir şekilde ikna edilmelidir, çünkü Türk futbolunun başka kurtuluşu yoktur.
Bu noktada önemli bir ayrıntıyı atlamamak gerekiyor: Türkiye’nin tamamı üç buçuktan dört (*) takımın taraftarı değildir, başka takımların da köklü taraftar gelenekleri vardır, sadece o takımın taraftarı olan futbolseverlerin temsil ettiği. Eskişehirspor, Gençlerbirliği, Ankaragücü, Göztepe, Karşıyaka taraftarlıkları ilk aklıma gelenler… Bunlar asırlık ya da asırlık olmaya yaklaşmış kulüpler, öyle kimsesiz değiller. Sürekli mağdur edildiklerinin de farkındalar ama bir araya gelip birlikten kuvvet çıkarmaları, hele o kuvvetle egemen sisteme kafa tutmaları mümkün değil. Yine devlet iradesi onların önünü açacak, hiç değilse önlerine konan engelleri kaldıracak, Türkiye futbolda ileri Avrupa ülkeleri gibi her şehrin insanının ağırlıkla kendi takımını tuttuğu bir düzene evrilecek. Birçoğumuz tatlı rüyasından uyanacak ve keyfi kaçacak ama biz başka çıkar yol göremiyoruz.
(*) Üç buçuktan dört: Yazarken aklıma geldi ki bizim zamanımızda orta dereceli okullarda kullanılan not sistemi hayli eskilerde kaldı. Gençler hatırlamaz, burada açıklayalım. O zamanlar notlar 10 üzerinden verilirdi ve mesela eğer öğrencinin aldığı not 3,5 ise bu dörde yuvarlanır, öğrenci de dört almış sayılırdı. Fakat notlar okunurken de bu özellikle vurgulanırdı, yani aslında dörtlük öğrenci değilsin ama işte mevzuat gereği dört vermek zorundayız diye.