Yıllar önce çektiği filmler büyük ses getirdi. Sinemada ilkleri başardı. Manevi değerlerimizi korkusuzca sinemada gösterdi. Mesut Uçakan kamerasını yıllardır toplumdaki yozlaşmaya karşı bir mitralyöz gibi kullanıyor. Gençlik yıllarındaki duruşunu ve kararlılığı sürdürmeye devam ediyor. Mesut Uçakan ile sinemaya dair güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.
Milli Türk Talebe Birliği kökenlisiniz. Geçmiş yaşantınız sinemaya başlamanızda etkili oldu mu?
Biz MTTB’de sinemaya gönül vermiş arkadaşlarla bir araya geldiğimizde temel olarak sinema olsun ya da başka bir alan olsun kendi inancımızı seslendirmek, kendi inancımızı yaşatmak çabasındaydık. Bunun içerisinde irşad ve tebliğ kaygılarını da koyabilirsiniz. Kendi inançlarımızı kültür ve sanat yoluyla anlatmak gibi heyecanlarımız vardı. Sinemada bunu dillendirmek istedik. Çok saf ve temiz bir bir niyetti bu. Eğer sadece para kazanmayı, bir yere gelmeyi, itibarı öncelemiş olsaydık önümüze çok daha güçlü fırsatlar çıkmıştı, onlara yönelirdik. Oysa biz bu niyet doğrultusunda ısrarlı bir duruş sergiledik. O duruşta ısrar ettik. Bu doğrultuda bir çok teklifi reddettik. Estetik kaygılardan redlerimiz de olduk. Bizim çıktığımız dönemlerde sinemada inanca, fikre dayalı mücadele vermemizi hazırlayan sosyal bir zemin vardı. O dönemde daha çok insanlar fikir savaşı hatta amiyane tabirle ideolojik çatışmalar içerisindeydi. Dolayısıyla biz sinemaya bu taraftan girdik. Çok girenler oldu ama başka yollara yöneldiler. Hamdolsun, biz ideallerimizi, duruşumuzu koruduk. Korumamış olsaydık şimdi çok daha farklı yerlerdeydik.
O dönemler, bizim sesimizi ve heyecanımızı dinleyen çevreler vardı. İş adamları vardı, holdingler vardı. Ama şimdi yok. Var ama yok. Şimdi zenginlerimiz daha fazla imkanlara kavuşmasına rağmen sesimizi anlayacak, heyecanlarımızı görecek insanları bulamıyoruz. Kendi şahsi ekonomik altyapımız da yok. Sponsorlar da bulamayınca bir film çekme imkanı bile bulamıyoruz.
İlk filminizi bildiğim kadarıyla maddi yetersizlikler içerisinde çektiniz. O zamanki şartlar ile bu zamanki şartlar arasında bir fark var mı? Gençlik heyecanınız sinemada halen devam ediyor mu?
Biz 1976-77 yıllarında çıktık, ilk filmimizi çekelim diye. O yıllar daha üniversite talebesiydik ve sinema kulübündeydik. O zaman para isteyebileceğimiz, inancımızı sinemada haykırmak gibi alt metni cihada dayalı bir taleple para isteyeceğimiz, şuurlu, bilinçli bir Müslüman zengin yoktu. Vardı ama daha çok o dönemin Adalet Partisi zihniyeti içerisinde camiye 20- 30 lira yardım yaptı mı Cennetini kurtardığını sanan tiplerdi bunlar. Zenginlerimiz olmadığı vakit biz kime gidebilirdik ki? Çaresiz çevremizdeki, manavlara, işçilere, memurlara anlattık davamızı. İnancımıza dayalı filmler çekebilmek için yardım istemeye başladık. Bununla ilgili gazetelerde söyleşilerimiz yayınlandı. Bir broşür çıkarmıştık. Başlığı şöyleydi: “Müslüman halkımızı sinemada cihada davet ediyoruz!” Şimdi bu başlığı söyleyince gülüyorlar... Şimdi bu başlığı duyanlar bazı Müslüman kardeşlerim gülüyorlar... İşte bu gülmeler, toplumsal sapmalarımızın, yozlaşmalarımızın nerede olduğunu gösteren en güzel örneklerinden biri. Bu başlığı bir daha okuyun O başlıktaki, o dönemlere mahsus gençlik heyecanlarımızı ve coşkumuzu düşünebiliyor musunuz? O dönemler bu tür diller kullanılıyordu. Şimdi diller değişti. Şimdi sekülerleştik. Şimdiki diller çıkarlara göre şekilleniyor. Gençliğimizin, toplumumuzun içi boşaldı. Bir de bildiri yayınlamıştık. Onun bir cümlesinde de “ Çarpık bir toplumda toplumsal yozlaşmalara ve ahlaksızlığa karşı kameramızı bir mitralyöz gibi” kullanmaktan söz etmiştik. . Hep silahlı göndermeler yapardık, o dönemin heyecanıyla. Çekinmezdik. 1995 yılında Türkiye’deki ilk faili meçhul cinayetleri konu edinen “Ölümsüz Karanfiller” isimli bir film çekmiştik. O filmde de Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de yapılanları korkusuzca dile getirdik. Şimdi toplumda olabildiğince yozlaşmış durumda. İlişkiler artık çıkara karşı şekilleniyor. İdealler, ideolojik duruş yok artık. Herkes kazanmak, kazanmak kazanmak sonra da yemek, içmek ve yemek içmek derdinde. Bu tür filmler de bu yüzden çok iş yapıyor. Sırf eğlendirmeye dönük bir yığın saçma sapan komediler dolaşıyor ortalıkta. Yellenmelerle, geğirmelerle aptal geyikler üzerine kurulu filmler hasılat rekorları kırıyor. Oysa bizim dönemde bizim filmlerimiz hasılat rekorları kırardı. Şimdi aldıran yok. Çok büyük hayal kırıklıkları ile yaşıyoruz. Böyle bir çelişki içerisindeyiz ve ne yapacağımızı da bilemiyoruz. O tür aptal filmlerimi çekmek gibi bir düşüncemiz olamaz. Kapitalistleşme süreci içerisinde çıkara göre, ortama göre şekillenmek toplumun genelinde o kadar yayıldı ki, bizim sesimiz yadırganıyor, dışlanıyor. İnancımızı ve duruşumuzu örselemeden yeni nesille kuracak yeni bir dil geliştirmeye çalışıyoruz.
Sinemada Gerçekçilik uygulanmalı mı? Yani sinemada her şey gösterilmeli mi?
Meseleye nasıl ve nereden baktığımıza bağlı. Eğer mevcut sinema sektöründe, bağımsız ya da ticari sinemada var olan, egemen kuralları en güzel şekilde uygulamak, size dikte edilen sanat anlayışını, mesleki anlayışları en güzel şekilde anlatmak varsa hedefinizde, haliyle onların yaptıklarını yaparak onlarla bir yarışa girersiniz. Dini ve ahlaki bir sorumluluk hissetmezsiniz. Ama sizin sinemaya bakışınız ve durduğunuz yer, başka bir sanat alanı –sinema ya da her ne olursa olsun- sadece Allah’a ulaşmak için bir vesile ise, sizi engelleyen ya da bu davranışlarınızı şekillendiren, biçimlendiren bir yapıyla karşı karşıyasınız demektir. Bu yapı da inancınızdır. İnancınızın kurallarıyla yaptığınız sinemada, estetik kaygılarını bahane ederek inancınıza ve ahlakınıza ters düşen bir görüntü ya da sese yer veremezsiniz. Sinema biliyorsunuz toplumun her alanına ayna tutuyor. Okula girseniz, iş yerine girseniz nereye giderseniz gidin karşınıza hep kadın çıkıyor. Buralardaki kadının görüntüsü inancınıza tersse bu tersliği sinemaya nasıl taşıyacaksınız? Bazı ilişkiler sonucu rol gereği oyuncularınızın birbiriyle evli görünmeleri, birbirlerine dokunmalarını, sarılmalarını gerektirebilir. Birbirlerine gerçek hayatta mahrem düşen Müslüman oyuncuların rol gereği de olsa bu halleri nasıl uygulayacaksınız. Sinemadaki gerçekçilik, mevcut estetik uygulamalar bu halleri uygulamayı gerektiriyorsa ne yapacaksınız?
Bizim inancımızda kem alet ile kemâlât olmaz. Kötü bir tavırla iyi bir sonuca ulaşamazsınız. Piyango bileti ile cami yapılmaz. Kötüyü göstereyim derken bizzat kötülük yapmış olabilirsiniz. Bu tehlike var. Çünkü seyirci homojen değil. Seyircilerin içerisinde yüzbinlerce saf, temiz insan bulunabilir. Onların dünyalarını bozmamanız gerekiyor.
Anne ya da Leyla filminde kameramı İstiklal caddesindeki kalabalığa yönelttim. Hiç özel bir şey yapmadım, özel bir sahne düzenlemedim. Sadece oradaki kalabalığa çevirdim kameramı. Taksim’deki kalabalığa yönelttim. O kalabalıkta ne vardı? Mini etekler, omuzu açık, beli açık kıyafetler… Ben o sahneyi filmime koyduğum zaman ne büyük bir eleştiri aldım biliyor musunuz? Bize bunları nasıl gösterirsin sen diye çıkışanlar oldu. Hem de ne entelektüel isimler. Haksız da sayılmazlar. Ama bunu mevcut sinemacılardan birine söyleseniz sizin hala ne kadar ilkel kaldığınıza hayret eder. Nitekim gençken bir söyleşimde sinemada kadını kullanma hakkında bir iki laf etmiştim de hatırlıyorum Selim İleri bu çağda nasıl bir kafa diye hayretlerini belirtmişti. Şimdi benim gerçeğim bu. Benim algım mevcut gerçeklilik anlayışına karşı. Bunu nasıl şekillendireceğiz? Madem inancınızı sinemada yansıtmak meselemiz, o zaman inancımızın sinemayı şekillendirmesi lazım. Öyle değil mi? Her yapacaklarınız sizi vebal altına sokar. Bu iş başta niyette başlar. Ticari bir niyet gözetemezsiniz. Ben para kazanayım diye şu sahneyi şöyle iyice abartayım, hüngür hüngür ağlatayım ya da güldüreyim de para kazanayım diyemezsiniz. Dediğiniz an niyetiniz bozulmuş oluyor. O bozulunca da git istediğini kadar zırzop film yap, niye böyle bir film yapıyorsun. Tek niyetimiz ben bu filmi yaparken “Allah rızasını nasıl gözetirim?” olmalıdır. Bu size maddi imkan, iş yapamamak, dışlanmak hatta itibar kaybı olarak geri dönse de… Çağdaş sinema dilinde estetik seviye önemli. Fakat bu seviyeye rağmen sinema fikrinizle, inancınızla çatıştığı noktada ben inancımın yanında dururum.
Diyelim ki konu gereği filmde şiddet var, konu gereği filmde bazı açık görüntüler var; çok abartılı şekilde olmasa bile müstehcen sayılabilecek görüntüler var. Şimdi ben gerçekçi bir dünya çizeyim mesajım da inandırıcı olsun zihniyetiyle bunlara taviz verecek olsam bu kaş yapayım derken göz çıkarmış olmaz mıyım! Bizim inancımızda kem alet ile kemâlât olmaz. Kötü bir niyetle ve tavırla iyi bir sonuca ulaşamazsınız. Piyango bileti ile cami yapılmaz. Kötüyü göstereyim derken bizzat kötülük yapmış olabilirsiniz. Bu tehlike demektir. Seyirci kitlesi içerisinde yüzbinlerce saf temiz insan var. O şiddet görüntülerinin, o müstehcen görüntülerin onların dünyalarını bozma ihtimalleri var. Bu ihtimal bir Müslüman sinemacıya vebal yükler.
Geçenlerde dini ve milli yönü olduğunu bildiğimiz bir yönetmen arkadaşımız dizinin birinde belden yukarısı çırıl çıplak iki erkeği bir yatağa soktu. Maksadı firavun sarayındaki sapıklıklara dikkat çekmekmiş.. Kötüyü göstermek adına da olsa biz bunu yapamayız. Ne kadar bu yanıştır vurgusu yapsanız, ne kadar da doğru laflar söyleseniz izleyicide sözlerin değil görüntülerin etkisi kalacaktır. Şiddet filmlerinde gerçekçi olayım diye o şiddeti filmlerinizde gösterirseniz, farkında olmadan seyirciyi şiddete alıştırmış olursunuz. Artık, o seyirci zamanla daha yüksek dozajda şiddetler beklemeye başlar. Uyuşturucu alışkanlığının oluşması gibi. Bu yüzden yönetmenlik zor iş bence. İnancını dikkate alırsan hassas olmak zorundasın, almazsan hesabını nasıl vereceksin.
Uzun zamandır film çekmiyorsunuz, neden? Yeni projeleriniz var mı?
28 Şubat’tan sonra beş parasız kaldım ve 8-10 yıl bir şey yapamadım. Geri döndüğüm zaman da yine çok korkunç imkansızlıklarla “Anne ya da Leyla” ve “Anka Kuşu” gibi iki film çektim 2006-2007 yıllarında. Seyirci değişmişti, toplum değişmişti. İyi sonuçlar alamadık. 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na bir belgesel çekme fırsatım oldu. Son olarak TRT’ye “İzzet Kaptan ve Oğlu” diye bir televizyon filmi çekebildim. Şimdi TRT ile görüşüyoruz, Ramazan’da yayınlanacak bir dizi için. İnşallah hayırla neticelenir. Dizi sektörü başka bir gayya kuyusu. İlişkilerimiz sağlıklı sonuçlanırsa güzel yapımlar çıkarma şansımız olacak. Bunun arkasından sinema filmleri de gelecektir inşallah. Hepsi bir nasip ve liyakat meselesi, dua edin.