Sinema eleştirmeni olarak bilinen ve aynı zamanda yıllardır sinemamızın gelişimi için büyük emekler harcayan İhsan Kabil ile “Gençler ve Sinema” üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşimizde İhsan Kabil sinemaya dair gençlere önemli tavsiyelerde bulundu.
Gençlerin sinemaya bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gençler en dinamik seyirci kesimi aslında, hep de böyle olmuştur. Eskiden daha geniş toplum kesimi sinemaya gidiyordu, ilerleyen yıllarda artık genellikle gençler sinemaya gitmekte. Gençlik ve sinema ilişkisini sadece sinema salonları üzerinden ele almamak lazım. Artık çok değişik platformlarda da sinema ile gençler karşılaşıyor. Festivaller, kültür merkezleri, televizyonlar, en fazla da internet.
Gençler sinemaya gidiyor mu?
Giden gidiyor tabii, fakat herkes değil. Genelde ben sinema salonlarında film izliyorum. Sinema salonlarına gitmek bana daha cazip geliyor. Bilet fiyatları oldukça yüksek insanlar çok rahat sinemaya gidemiyor aslında. Ya da çok popüler, büyük bütçeli prodüksiyonlar salonları dolduruyor. Üç boyutlu filmler bilhassa. Gençler genellikle dağınık bir ilgi ile sinemayı takip ediyor. Zannediyorum büyük bütçeli filmlerin tesirinde daha fazla kalıyorlar. İnsani varoluşumuz üzerine yapılan filmleri gençler daha az tercih ediyorlar. Daha seçici bir algılama ile filmlere yaklaşılmıyor. Oysa sinemada biraz dahakültürel bir bakış gerekiyor, daha seçici olmak lazım. Bize sunulanları olduğu gibi almamamız gerekiyor o bakımdan kıyıda köşede kalmış cevherleri keşfetmeye yönelmeliyiz, bunun için biraz da gayret sarf etmeliyiz diye düşünüyorum.
Genç sinemacılar ve çekilen kısa filmler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Gençliğin, sinema üretim alanında en fazla varlık gösterecekleri alan kısa film. Yine çok çeşitli çalışmalar yapılıyor. Bu kısa filmlerle geleceğin sinemacıları yetişiyor ve keşfediliyor. Bence gençler kısa film alanına ilgi göstermeli. Bu alan sinema dilini geliştirmek için oldukça iyi bir fırsat. Hikâye çok önemli, hikâyeler biçimden de önce gelir. Sonrası işte onu nasıl anlatmak? Nasıl görselleştirmek? Nasıl bir sinema dili kurmak? Onu keşfetmek, sinema dilini ve tekniğini mutlaka geliştirmek lazım. Onun için devamlı görsel denemeler yapmak gerekiyor. Işık, açı, kamera hareketleri bunları iyi derecede uyguladıktan sonra hikâyenizi daha güzel anlatabilirsiniz. Gençler için kısa film bu alanda büyük bir fırsat.
Film festivalleri hakkındaki düşünceleriniz öğrenebilir miyim? Sizce film festivallerinde adil davranılıyor mu?
Film festivalleri oldukça fazla ve birçok ülkede düzenli olarak film festivalleri yapılıyor. Her geçen sene yeni bir film festivali düzenleniyor. Türkiye’de film festivalleri az değil ancak ben festivallerde yapılan seçmelerin çok yerinde olduğunu ve insan duyarlılığını gerektiği gibi yansıttığını düşünmüyorum. Çok geniş açılı bakıyorlar. Böyle bakınca da bazı ilkeler, hassasiyetler biraz ihmale uğramış olabiliyor. O bakımdan daha prensipler üzerinden gitmek lazım. Festivallerde belli bir tema etrafında birleşip insani varoluşu temel alan ama bunu yaparken de insanın manevi duyarlılığına ve insan olma durumuna, yaratılış eksenine bence özen göstermek gerekiyor. Ancak çoğu festival bu konuda oldukça serbest davranıyor. Bunun sinema sanatını, hem de seyircinin kendi zihni hassasiyetlerini biraz zedeleyebileceğini düşünüyorum. Festivallerin o konuda daha duyarlı olmaları gerekiyor.
Milli Sinema Akımı sizce devam ediyor mu?
Çok cılız bir şekilde devam ediyor. Milli sinema önemli bir dönemdi. Belli hassasiyetleri gözeten, bir ideal peşinde olan ve belli bir medeniyet algısıyla devam eden sinema hareketiydi. Ancak bunu genel seyircinin alışageldiği normlar ve sinema dili üzerinden yapıyordu; o anlamda biraz estetik yanı zayıftı diyebiliriz, fakat seçilen konular önemliydi. İnsana dairdi, kendi kültürel dairemizin ruhunu yansıtıyordu. Milli sinema iniş ve çıkışlarla bana göre bu zamana kadar geldi. Bu arada bazı yapımlarda çok az sayıda da olsa o ruh devam ediyor. Tabii onlar kendilerini öyle adlandırmıyorlar, adlandırmayabilirler. Bence bir öz, bir merkez orada yatıyor, orada mevcut. Dolayısıyla önemli bir akım ya da yaklaşım diyebiliriz. Mili sinemayı, sinema dilinin inceliklerini göstererek anlatmak, belli bir tasavvur dünyası kurarak inşa etmek, semboller, çağrışımlar, göndermeler, metaforlar üzerinden giderek ortaya koymak gerekli diye düşünüyorum.
Gençler filmlere seçerek gitmeli, açık seçik sahneler, şiddet sahneleri, kaba ifadeler oluyor, biz bunları hak etmiyoruz, biz çok daha değerli varlıklarız. Biz hepimiz çok değerliyiz, bize o değeri gösteren ürünler sunulmalı…
Milli Sinema Akımını sürdüren yönetmenler var mı?
Tabii direkt alarak bunu söyleyemeyebiliriz. Ancak oradan esintiler taşıyan, bir şekilde o ruhu yansıtan bazı isimlerden söz edebiliriz. Bunlar da son dönem itibariyle Mahmut Fazıl Coşkun, Semih Kaplanoğlu, Faysal Soysal, Mehmet Tanrısever, Mesut Uçakan, İsmail Güneş filmlerinde dil, kullanılan semboller, metaforlarla milli sinema dilini kullanıyorlar diyebiliriz fakat tabii kimse bu yakıştırmayı kabul etmeyecektir. Çok sorun da değil aslında, en azından orada rahmetli Yücel Çakmaklı tarafından sözü edilen ya da bize duyumsatılan bazı imgeleştirmelerin bu saydığım yönetmenlerin filmlerinde de kullanıldığını söyleyebiliriz. Rahmetli Ahmet Uluçay’da da bu imgeler mevcuttu.
Kültür Bakanlığı genç sinemacılara film aşamasında destek sağlayabiliyor mu?
Bakanlığın çok değişik destekleri var. Bir film yapma sürecinin hemen her aşamasında senaryodan başlamak üzere senaryo desteği, yapım desteği, post prodüksiyon, gösterim desteği var. Dolayısıyla her aşamaya başvurmak gerekiyor. Bence bir senaryo yazılarak başlanabilir.
Tabii önce iyi bir seyirci olmak, sinema kültürü edinmek lazım. Sinema dilini kavramak ve öğrenmek gerekiyor sonra da hikâye oluşturmak, iyi bir senaryo kurmak gerekiyor. Gerekirse iyi bir ekip çalışması yapılabilir bu anlamda. Gençlerin devamlı kitap okumaları gerekiyor. Tarih, felsefe, sosyoloji, psikiyatri ve tasavvuf. Tasavvufu bence asla gözardı etmemek gerekiyor. Bana göre tasavvufla sanatın ruhu birçok bakımdan çok örtüşüyor. Tasavvuf, manevi hayatımızın rafine edilmiş hali; biraz daha aşkınlaşmış, katman atlamış, yükselmiş hali ve sanat da aslında gerçek hayata göre böyle bir şey, o bakımdan sanatla tasavvufun çok fazla örtüşen yanı var. Tasavvufun derinleşmeye dönük incelmiş yapısını sanatta da görebiliyoruz. İkisini birbiriyle etkileşim halinde almak sanatsal çalışmaya çok şey katacaktır.
İnsana, maneviyata, tasavvufa yönelik filmler çekilmesini istiyoruz fakat bu filmler insana, maneviyata, tasavvufa yönelik olmayan mekanlarda gösteriliyor; bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?
Bana kalsa ben hâlâ eskisi gibi semt sinemalarından yanayım. Şehirlerin içerisinde herhangi bir sokağa girdiğinizde bir sinema salonu ile karşılaşıyorsunuz, ideali bu aslında ama tabii o ekonomik yapılar biraz değiştiği için artık alışveriş salonlarına taşınmış bulunuyor sinema salonları. Filmler de alışveriş merkezinin ticari işleyiş zincirinden nasiplerini alıyorlar tabii ki. Yani bir ticari anlayış ruhu oralara siniyor maalesef. Bu durum ise gerçek sinema ruhunu kaçırıyor ve acıtıyor diyebiliriz, maalesef. Ama bu bir vakıa, önlemek oldukça güç gözüküyor. Onların yanında belediyelerin kültür merkezleri var, buralardan da istifade edilebilir.
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Son olarak, gençler genelgeçer veya aktüel moda olan imgelerin, görüntülerin, seslerin albenisine kapılmasınlar, buna gerek yok. “Bunlar moda, bunlar daha çok seyirci topluyor, bunlar ilgi çekiyor” şeklinde bir duyguya girmemeliler. Peki bunlar nedir: Mizah, sulu espriler, belden aşağıya varan sözel kullanımlar… Bence onlar yerine bizim çok muazzam bir mizah geleneğimiz var, edebi şekilde kullanabileceğimiz ve ortaya koyabileceğimiz bir mizah geleneğimiz var. Algı kullanımı da dahil edebi argo diye de bir şey var. Bu kesinlikle kabul edilebilir.
Gençler filmlere seçerek gitmeli, açık seçik sahneler, şiddet sahneleri, kaba ifadeler oluyor, biz bunları hak etmiyoruz, biz çok daha değerli varlıklarız. Biz hepimiz çok değerliyiz, bize o değeri gösteren ürünler sunulmalı…