Bu klişeyi her duyduğumda ifrit olurdum, ta ki Gezi Vak’ası’na kadar. Gezi’de baktım ki, sık sık görüştüğümüz, belli bir samimiyet derecesine ulaştığımız bazı insanlar birer canavara dönüşmüş.
Çok klişe bir savunma-aklama ifadesidir bu. Bıkacak kadar da fazla işitmişizdir, hâttâ bir çoğumuz duymaya tahammül bile edemiyoruzdur artık. Görünürde hiçbir problemi de çözmez. En fazla da başta futbol olmak üzere sportif alanlarda vuku bulan gerginlikler ve sonrasında kullanılır.
Bu klişeyi her duyduğumda ifrit olurdum, ta ki Gezi Vak’ası’na kadar. Gezi’de baktım ki, sık sık görüştüğümüz, belli bir samimiyet derecesine ulaştığımız bazı insanlar birer canavara dönüşmüş. Bunlar siyasi çizgileri belli olsa da normal zamanlarda halim selim, kendi halinde, işinde gücünde insanlar. Gerek sosyal medya gerekse gerçek hayatta son derece kırıcı ve incitici sözler sarf ettiler. Hayal(et)ini gördükleri “devrim” (!) gerçekleşmese yine o kırıp geçirdikleri insanlarla aynı cemiyette yaşayacaklarını düşünemeyecek kadar kendilerinden geçtiler. Şükürler olsun ki toplumun geri kalan büyük çoğunluğu onlara uymadı, olgun davrandı ve belâyı “ufak sıyrıklarla” atlattık. Sonra gerçekten de o sözünü ettiğimiz insanlar normale döndüler.
“Bu insanların yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?” diye uzun uzun düşündüm ve sonunda meseleyi suç ve ceza bağlamında değerlendirmenin doğru olmayacağı kanaatine sahip oldum. Bir ülkede farklı siyasi, dini, sosyolojik ve kültürel gruplar yaşıyor olabilir ve bu farklılıklar derin de olabilir. Bazı grup ya da grupların başka grup ya da grupları ülkeden kovmaya kalkışması, toplumu homojenize etmeye çalışması son derece kötü sonuçlar doğurabiliyor, ülke gül bahçesine dönmüyor. Bunu da yakın ve uzak geçmişte acı tecrübelerle yaşadı bu toplum. Yapılması gereken bu farklılıkları veri kabul edip, onları mümkün mertebe makul sınırlara çekebilmek, farklı sosyal gruplar arasında çeşitli kanallar vasıtasıyla bağlar kurulmasının önünü açmak ve teşvik etmek vs.’dir. Öbür türlü herkes başkalarının da tıpatıp kendisi gibi olmasını ister, olmadığı takdirde onları ülkeden kovma hakkına sahip olduğunu düşünürse bu ülke ve bu toplum sık sık sar’a nöbeti geçirmeye mahkûm olur. Geride bıraktığımız yüz yılda olduğu gibi.
“Üç beş kendini bilmez…” klişesi, cinneti tetikleyenlerle sonradan katılan geniş kitleleri keskin çizgilerle birbirinden ayırmayı hedefler. Bu yöntemle tetikçilerin hem tecrit edilip, ötekileştirilip etkisiz hale getirilmeleri kolaylaştırılır hem de sürü psikolojisiyle cinnetin büyüsüne kapılanlar büyünün tesirinden kurtarılmaya çalışılır. Halkın çoğunluğu ortalama vatandaşlardan oluşur, toplum yapısının sağlık derecesine göre sürü psikolojisine kapılmaya az çok meyillidirler. Her kitle hareketinde katılan herkesi aynı derecede suçlu ilan eder, hepsini birden mahkûm etmeye kalkarsanız işin içinden çıkamazsınız. Giderek kötüleşen çok daha vahim sonuçlarla karşı karşıya kalırsınız. O yüzden önce ateş düşürülmeye çalışılır, ardından normal zaman ve hallerde “üç beş kendini bilmez…” olmayan insanların anormal zamanda sağduyularının yerine gelmesi beklenir.
Daha sonra o “kendini bilmezler” gerekirse cezalandırılır, cinnete zemin oluşturan rahatsızlık ya da rahatsızlıkların bertaraf edilmesi süreci başlatılır. Tabii ortada sürekli var olan bir gerginlik ve ara sıra patlayan sar’a nöbetlerinden beslenen, onları kullanmayı politika haline getirmiş bir devlet anlayışı yoksa…
Ortada nasıl bir devlet anlayışı var, bir cinnet halinde devlet aygıtları süreci nasıl yönetirler bilemeyiz. Fakat toplum olarak yapmamız gereken, bizi etkisi altına alabilecek bir cinnet büyüsünden kendimizi korumamız, başkaları kapılırsa onlara karşı son derece müşfik ve anlayışlı davranmaktır. Çünkü toplu cinnet geçirmeye son derece müsait olan bu sosyal zemin gizli ve yabancı “efendilerimiz” tarafından mahsus oluşturulmuştur. Toplumun iki farklı kesiminin çatışması halinde biri ötekinin kafasını ezecek ve ülkeyi “temizleyecek” olsa problemler bitmeyecek. Çok geçmeden yeni “pislikler” ortaya çıkacak, yani ortam bize öyle görünecek. Tuzak çok büyüktür ve son derece ustaca kurulmuştur. Kurtulmak kolay değildir, ancak Gezi’nin püskürtülmüş olması kurtulacağımızı umut ettirmektedir.