
Türkiye’de de hiç var olmayan bir şey gerçekleşmiş değildir. Zaten var olan ama görülmek istenmeyen bir fiili durum görünür hale gelmiştir. Endişeye mahal yoktur.
Olimpiyatı yine alamadık. Ya da vermediler. Buna sevinenler de oldu üzülenler de. İşin o kısmına sonra geleceğiz, biz önce Olimpiyat’ın neden bu kadar önemli olduğu sorusuna bakalım. Çok kârlı bir iş olmadığını daha önce düzenleyen ülkelerin sonraki yıllarda girdikleri sıkıntılardan biliyoruz.
Olimpiyat düzenleme hakkını almak demek, dünya sistemi tarafından “kabul” edilmek demektir. Sınıf atlamak demektir. Mesela Olimpiyat düzenleme hakkını elde eden, başka bir deyişle bu bedeli ödeyebilen bir şehrin ülkesinde insanlar kolay kolay “Gezi”ye çıkmaz. Ülkede işler tam yoluna girdi derken birden bire garip garip gelişmeler olmaz. Bir başka deyişle, Olimpiyat bu gibi garipliklerin olmasına gerek bulunmayan ülkelere verilir. Bugüne kadar hiçbir Müslüman ülkeye bu hakkın verilmemiş olması sanırım hemen her şeyi anlatır.
Bize göre almaya çalışmak için gayrete devam etmelidir. Bu onlara kul köle olmayı kabul etmek anlamına gelmez. Tam aksine, alabilirseniz kendinizi kabul ettirmişsiniz demektir. Tabii bunun için bazı çok önemli kriterleri yerine getirmeniz gerekmektedir. Açalım:
Olimpiyatların hangi şehre verileceğinin belirleneceği Buenos Aires’te Japon Başbakanı Şinzo Abe konuşmasını yaparken “bizde şike ve doping yoktur” deyiverdi. Neyi kast ettiğini de anlayan anladı. Türkiye’nin uluslararası platformda başarı kazanan neredeyse bütün sporcularından doping ayıbı çıkıyordu. Şike meselesi ise iki yıldan fazla bir zamandır hem Türkiye hem de dünya futbol kamuoyunun gündeminde.
Problemleri yok sayarak hiçbir yere varamayız. (Belki varırız da, orası iyi bir yer olmaz.) Japon Başbakanın üstü kapalı ithamı nedense ülke gündeminde fazla yer bulmadı. Hâlbuki mesela “Türkler aptaldır, olimpiyatı beceremezler” gibi bir şey söyleseydi kıyametler kopardı. Hırsız ve hilekâr diyor, kimse oralı olmuyor. Ne kadar acıdır...
Olimpiyat alırız almayız önemli değil ama toplum olarak bir ahlaki arınma sürecinden geçmemiz gerekiyor. Dünyada öyle kirli bir imajımız var demek ki, rakip ülke başbakanı yarışta sizi geride bırakabilmek için şike ve doping ithamını masaya sürüyor, çünkü dünya kamuoyunda bunun inandırıcı ve etkili olduğunu düşünüyor.
Şimdi gelelim şu yazının başındaki meseleye. İstanbul’a olimpiyat verilmemesine açıkça sevinenler oldu bu ülkede. Bir başka deyişle sevinçlerini gizlemeye gerek görmediler. Aklı başında profesörlerden ortalama vatandaşa kadar geniş bir kesim de bu durum karşısında kızdı, üzüldü, paniğe kapıldı.
Oysa bu yeni bir şey değil, sadece bastırılan bir gerçeğin açığa çıkmış hali. Bu ülkenin başına iyi ya da kötü bir şey geldiği zaman hep birlikte sevindik ve üzüldük. Daha doğrusu öyle sandık, öyle olmasını istedik.
Sevinilmesi gereken zaman sevinmeyenler seviniyormuş gibi yaptı. Üzülünmesi gereken zaman da üzülmeyenler üzülüyormuş gibi. Yıllarca Türkiye’de hiç hazzetmediğimiz takımları Avrupa’da destekliyormuş gibi yaptık örneğin. Yoksa milli birlik ve beraberliğimiz (?) bozulurdu hafazanallah… Hâlbuki milliyetçilik kavramını ithal ettiğimiz Batı bu gibi saplantıları çoktan aşmıştı ve hiçbirinin milli birlik ve beraberliğine bir zarar gelmiyordu. Söz gelişi İtalya’da aynı şehrin iki güçlü takımı İnter ve Milan taraftarları rakiplerini hiç sevmezler, rakipleri yabancı bir takımla oynarken o yabancıyı tutarlar, bunda bir yanlışlık da görmezler. Takımlar da aynı şehrin rakip takımı kendilerini desteklemiyor diye başarısız olmazlar.
Türkiye’de de hiç var olmayan bir şey gerçekleşmiş değildir. Zaten var olan ama görülmek istenmeyen bir fiili durum görünür hale gelmiştir. Endişeye mahal yoktur, Türkiye Olimpiyat almak dâhil uluslararası platformda başarı elde edecekse birilerinin sevinmesi ya da üzülmesinin buna dikkate alınır bir etkisi ya da katkısı olmayacaktır.