Bizans imparatorunun Hz. Ömer’e gönderdiği elçi; mü’minlerin emirinin mütevazı tavırları ve hikmetli sözlerinden etkilenerek; Müslüman oldu. İslam Devleti’ne savaş, elçilik gibi vazifelerle gönderilen kumandan, elçi vb. görevlilerin, sürekli Müslüman olmalarından rahatsız olan Bizans Dışişleri Bakanlığı olayı esefle kınadığını açıklayan bir bildiri yayınladı.
izans İmparatorluğu ve İslam Devleti arasında krize yol açan olay şöyle gelişti: Bizans imparatoru, Hz. Ömer’e bir elçi göndermiş; elçi, uzak çölleri aşarak Medine’ye kadar gelmişti. Ahaliye: “Halifenin sarayı nerede?” diye sordu. “Gösterin ki; atımı, eşyamı oraya bırakayım.” Halktan bazı kişiler: “Onun sarayı yok. Her ne kadar mü’minlerin emiri ise de onun, yoksullar gibi sadece bir kulübesi var.” dediler.
Bunu duyan elçi hayrete kapıldı. Hz. Ömer’i görme arzusu arttı. Onu aramaya başladı. “Dünyada böyle adam olur mu?” diyordu. Bir bedevi onun yabancı olduğunu gördü. Hz. Ömer’i aradığını anladı. “Ömer işte şurada! Şu hurma ağacının altında” dedi. Hz. Ömer, hurma ağacının dibinde; yapayalnız, gölgede uyuyordu. Elçi gelip, biraz uzakta durdu. Hz. Ömer’i görünce; onu bir titreme tuttu. Gönlünde Hz. Ömer’e karşı hem bir korku hem de muhabbet vardı. Kendi kendine “Ben ki krallar, imparatorlar gördüm. Yakınlarında bulundum. Onlardan ne korkar ne de ürkerdim. Fakat bu adamın heybeti, yüreğimi ağzıma getirdi. Aslan ve kaplanların yaşadığı ormanlara daldım, pek çok savaşta bulundum, nice yaralar aldım fakat korku nedir bilmedim. Şimdi ise silahsız, kuru yerde yatan adamdan korkuya kapıldım. Bu heybet ondan değil Allah’tan…” diye düşünüyordu.
Elçi, bu düşünceler içinde hürmetle ellerini bağlayıp, bekledi. Bir süre sonra Hz. Ömer uyandı. Elçi, ona saygıyla selam verdi. Hz. Ömer, selamını alıp, yanına çağırdı. Karşısına oturttu. Sakinleştirdi. Hz. Ömer, elçiye değer verdi, onunla sohbet etti. Elçi: “Ey mü’minlerin emiri!” dedi “Ruh, yücelerden yere nasıl indi? Hiçbir şeyle kayıtlanmış olmayan can kuşu, kafese nasıl girdi?” diye sordu. Hz. Ömer bu soruyu şöyle cevapladı: “Hak Teâlâ cisme bir ayet okudu; can oldu. Güneşe bir şey söyledi; parladı” dedi. “ Allah, yokluğa bir şey söyleyince; varlık haline gelir, coşmaya başlar.” Ekmek, sofrada dururken cansızdır; fakat insan vücudunda ruh kesilir.”
Hz. Ömer’in dinleyen elçinin gönlünde bir aydınlık meydana geldi. Hikmete erişip, faydalanmak için sordu: “O saf suyun bulanık toprakta hapsedilmesinin hikmeti nedir? Niçin saf can, cisimle mukayyet olmuş?” Hz. Ömer: “Mana, harflerde hapsedilmiştir” dedi. “Mananın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda vardır. Bu faydaların her biri; ruhun cesede girmesinin faydaları yanında önemsizdir. Manayı, söze sığdırmaya çalışmak; onu hapsetmektir. Sözün faydası yoksa söyleme!”
Elçi, bu açıklamalarla aradığını buldu. Aklında ne elçilik kaldı ne de getirdiği haber. Elçi iken, sultan oldu.
İslam Devleti’ne gönderdiği görevlilerin birbiri ardı sıra Müslüman olmasından rahatsız olan Bizans Dışişleri Bakanlığı olayı kındağını açıklayan bir bildiri yayınladı. Ancak İslam Devleti yetkililerinin, söz konusu bildiri kale bile almadığı, bu sebeple cevap vermeye dahi gerek görmedikleri öğrenildi.