Gelir dağılımı piramidinin orta kısmı genişlemeye, maddi açıdan rahatlayan (yani hayat savaşında galip durumda olan) insanlar tribünlere gelmeye başlayınca seyirci ve taraftar profili de değişmeye başladı.
12 yıl kadar önce İstanbul’da oynanan bir Avrupa maçı arifesinde taraftarlar arasında vuku bulan tatsız hadiselerden sonra misafir takımın taraftarlarının geldikleri ülkede işsiz gezen işçiler olduğu ortaya çıkmıştı. Dönemin muzip köşe yazarlarından biri de fırsatı kaçırmamış, “elin işsiz işçisini görüyor musunuz, biletini alıp uçağa atlıyor ve Avrupa’nın öbür ucundaki Türkiye’ye maç izlemeye geliyor. Bizim işsizleri bırakın, çalışan işçilerimiz bile emekli ikramiyesiyle belki ancak böyle bir lükse sahip olabilir” mealinde bir şeyler yazmıştı.
Gerçekten de kısa süre öncesine kadar bırakın yurt dışını, ülke sınırları dahilinde bile uzak deplasmanlara maça gitmek mutlu azınlığın şımarık çocukları dışında kimsenin aklına bile gelmezdi kolay kolay. Tabii bir de çılgın fanatiklerin. Son on yılda ulaşım imkanları hem çoğalıp hem de ucuzlayınca işin rengi gözle görülebilir derecede değişti. Artık insanlar uzak şehirlerdeki hâttâ yurt dışındaki deplasmanlara gidebiliyorlar, bunun için de süper zengin ya da süper fanatik olmak gerekmiyor artık.
Çocukluğumuza tekabül eden yetmişli yıllarda, muz ve tavuk yemek karı koca memur olup, kendi evinde oturan dört kişilik bir ailenin bile harcı değildi. Ancak özel günlerde filan sofraları süslerdi bu lüks (!) tüketim maddeleri.
Kısa süre önce BDDK’nın (Bankacılık Devlet Denetleme Kurulu) açıkladığı verilere göre, Türkiye’de bankada 1 milyon lira ve üzerinde mevduat hesabı olanların sayısı 10 yıl önceki rakamlara göre 5 kat artmış. O zamanlar bu sayı 10 bin küsûr iken şimdi 50 bini geçmiş. Gazetenin biri de rahmetli Adnan Menderes’in “her mahallede bir milyoner” sloganına gönderme yaparak ve 50 bin rakamını Türkiye’deki mahalle sayısına bölerek “artık her mahallede üç milyonerimiz var” diye yorumladı.
Ülkenin gürültülü patırtılı gündeminde pek de dikkat çekmeyen bu haber, Türkiye’nin ne kadar ciddi ve önemli bir değişim-dönüşümden geçtiğini gösteriyordu. Bu değişim-dönüşümün etkileri toplumun metabolizmasında kendini göstermeye başlamıştır, önümüzdeki gün, ay ve yıllarda çok daha fazla gösterecektir.
Bizde futbola ilgi duyan kesim her daim Avrupa’nın seyirci profiline hayranlık duyar. Oralarda tribünde kavga gürültü yoktur. İnsanlar aileleriyle birlikte pikniğe gider gibi maça gider, takımını destekler, yense de yenilse de alkışlar ve döner evine gider. Sahada olan biteni beğenmese bile göstereceği tepkiler makûl ölçüler içinde kalır.
Türkiye’deki gelir dağılımda şu Avrupa seyircisine tekabül eden bir halk kitlesi yakın zamana kadar bulunmuyordu. Bir tarafta canhıraş gayretlerle geçinmeye çalışan yığınlar vardı, diğer tarafta da mutlu bir azınlık. Yığınlar, “muzun yerine aynı besleyici özelliklere sahip başka ucuz meyveler yenilebileceği” telkinleriyle, fakir ama mutlu insanların hayatlarını kutsayan sevimli Türk filmleriyle bir şekilde avutuluyordu. Bu kitleden futbola zaman, para ve enerji harcamayı göze alanlar da ancak fanatik sınıfına sokulabilecek kimselerdi, onlar da hayat savaşında uğradıkları hezimetin rövanşını tribün ve sokaklarda almaya çalışan problemli insanlar… Bu yüzden sporda şiddet bir türlü önlenemiyor, o problemli insanların gazını alabilmek için aslında göz yumuluyordu.
Gelir dağılımı piramidinin orta kısmı genişlemeye, maddi açıdan rahatlayan (yani hayat savaşında galip durumda olan) insanlar tribünlere gelmeye başlayınca seyirci ve taraftar profili de değişmeye başladı. Bunlar günlük hayattaki açmazlarından bunalarak bir nefret objesi bulup öfke ve kinlerini üzerine kusmaya değil, futbolda seyir zevkini ön plana alan insanlardı. Aynı zamanda futbol ekonomisini de finanse edebilecek güçte…
Bu da demek oluyordu ki, futbol artık gücü elinde tutan bir takım karanlık adamların değil, futbola masum anlamlar yükleyen geniş kitlelerin kontrolüne geçiyordu. Kalite ve başarı anlamında içinde bulunduğu kabızlığı bir türlü aşamayan Türk futbolu için de bize göre bundan büyük bir müjde olamazdı. Önümüzdeki gün, ay ve yıllarda bu daha iyi anlaşılacaktır. Lütfen bir kenara not ediniz.