
Son yıllarda karşımıza çıkan yeni bir olgu var. O da Avrupa’da takım tutmak. Avrupa’da takım tercihi yapan insanlar çok daha özgür bir iradeyle hareket ederler; çünkü Türkiye’de çocuklarını, yeğenlerini kendi tuttukları takıma yönlendirmek gibi misyonları bulunan büyükler henüz bu durumun farkında değillerdir.
Futbolsever hangi kritere göre takım tutar? Daha doğrusu tercih eder? Sanırız bu sorunun Türkiye özelinde doğru formatı, “Takım tutmanın bir kriteri var mıdır?” olsa gerektir. Çünkü Trabzonspor’u bir kenara bırakırsak, üç büyük kulübün taraftar profili arasında ayırt edici bir farklılık göremiyoruz. Halbuki Avrupa ve dünyada böyle değildir, futbol kulüplerinin taraftarlık temelinde etnik, dini, mezhebi, sınıfsal faktör ve ayrımlar rol oynar. Mesela Glasgow Rangers-Celtic rekabetinde bir taraf Katolik, diğer taraf Protestandır.
Türkiye’de takım tercihi –kuvvetle muhtemel bütün dünyada olduğu gibi- tamamen kişinin kendi iradesiyle gerçekleşmeyip, başta baba olmak üzere amcalar, dayılar ya da mahalledeki ağabeyler vs. gibi bazı çevresel faktörler tarafından yönlendirilmektedir. Elbette dönemin konjonktürü de çok önemlidir, mesela bir takım arka arkaya şampiyonluklar kazanıyorsa, Avrupa’da turdan tura atlıyorsa mutlaka o dönem takım tutma yaşına gelen çocukların sempati ağırlığı o takıma meyledecektir.
Türkiye’de takım tutma kavramı çok önce başlamış olduğu için yukarıda sözünü ettiğimiz dış faktörler ciddi rol oynar. Fakat son yıllarda karşımıza çıkan yeni bir olgu var. O da Avrupa’da takım tutmak. Avrupa’da takım tercihi yapan insanlar çok daha özgür bir iradeyle hareket ederler; çünkü Türkiye’de çocuklarını, yeğenlerini kendi tuttukları takıma yönlendirmek gibi misyonları bulunan büyükler henüz bu durumun farkında değillerdir. “Bu durum”u biraz açalım.
Avrupa futbolunu kendi ligimiz kadar yakından (hâttâ daha da yakından, çünkü şifresiz!) izleme imkânı var ve insanoğlunun fıtratında mevcut olan güçlüye hayranlık besleme güdüsü devreye giriyor, kendi takımlarımızın kafasını dahi sokamadığı alanlarda at koşturan takımları izlerken ister istemez o takımlar zihnimizde yer ediyor. Tabii burada çevre yönlendirmesi olmadığı için biraz rastgele tercihler öne çıkıyor. Türkiye’deki tercihlerine mantıklı birer gerekçe ya da gerekçeler manzumesi uyduranlar, Avrupa’da bu gerekçelerle hiç de örtüşmeyen takımları tutabiliyorlar. Mesela Türkiye’deki takımı “halkın takımı” iken, bir de bakıyorsunuz Avrupa’daki takımı en burjuvasisinden olabiliyor. Ya da tam tersi. Bu da ilerleyen yıllarda işleri biraz karıştıracak gibi geliyor. Türkiye’de bir takımı tutanlar, blok olarak bir başka ülkede aynı takımı tutmuyorlar. Örnek vermek gerekirse iki Galatasaraylı ya da iki Fenerbahçeliden biri Real Madrid taraftarı, diğeri Barcelona taraftarı olabiliyor. Bu arkadaşlar El Clasico diye tabir edilen maçlarda şimdilik sadece birbirlerine takılmakla yetiniyorlar ama bize kalırsa çok da uzak olmayan bir gelecekte, bu ikinci taraftarlık duyguları pekiştikçe bir Fenerbahçeli Real Madridli ile bir Fenerbahçeli Barcelonalı birbirlerine eskisi kadar bağlı ve samimi kalamayacaklardır. Fenerbahçe’yi örnek olarak verdik, yoksa aynı şey Türkiye’de taraftarı olan bütün takımlar için geçerli.
Madrid ve Barcelona sokaklarında Galatasaray ya da Fenerbahçe formalı insanlar dolaşmıyorlar. Nasıl ki biz Finlandiya ya da Norveç ligini merak etmiyorsak, biz de İspanya takımlarının umurunda değiliz. Dediğimiz gibi insan fıtratında var olan bir şey bu, kısıtlama ya da yönlendirmeyle kimsenin tercihlerine müdahale edemezsiniz. Etseniz bile ters etki yapar.
Bunun önüne geçebilmenin tek yolu, Türk futbolunun Avrupa ve Dünya’da söz sahibi olmasından geçer. Bu sezon ilk kez iki takımımız birden Nisan ayına kaldı. Bu olumlu bir gelişme gibi görünse de istikrarlı ve sistematik bir başarının ürünü değildir. Galatasaray 2000’de UEFA Kupası’nı aldı, sonra ne oldu? En istatistik meraklımız dahil, Avrupa’da sadece bir tek kupa kazanmış takımların hangisinin ismini hatırlarız?
Türk futbolunun Avrupa’da saman alevi gibi parlayıp söndüğü dönemler geçmişte de oldu, bundan sonra da olacaktır. Fakat futbol taraftardan beslenir, taraftarı yoksa bir takımın başarılı olması imkânsızdır. Eğer taraftar profiliniz başarı odaklı bir kimlikse ve başarı da süreklilik göstermiyorsa, taraftar dediğiniz kişinin zamanla fıtratı icabı gözünü ve gönlünü başarılı olana kaptıracağı aşikârdır.