Allah’ın indirdiği bütün dinleri milyonlarca insan, milyonlarca eli kalem tutan adam taşa tuttular ama “Kadın Dini”ne kimse zarar vermedi. Ne kadar güzel değil mi?
Semavi dinlerin temel isteklerine göz attığımızda özetle şunları görürüz: Teslimiyet, sorgulamadan inanmak, sadakat, biriktirmemek, çok istememek, dünya isteklerinden uzak durmak, başkalarıyla yarışmamak, kötü düşünmemek, dedikodu yasağı, yetinmek, şükretmek, tevazu, hoşgörü vs…
Yüzyıllar boyu kadına “Şeytan” denirken sanırım bu kıstaslar göz önüne alındı. Kendimizi mahvederken, kişiliğimizi, kimliğimizi törpülerken ortaya çıkan şiddet miktarına “Aşk” diyoruz ve aşkı en ulvi duygularla kutsuyor adına methiyeler diziyoruz.
Hatta Şems-i Tebriz ile Mevlana arasındaki şeyin aşk değil muhabbet olduğunu bilmeden roman yazan arkadaşlarımız bile var! İki erkek arasındaki şeye hangi dilde “Aşk” derseniz deyin mutlaka kızanlar olacaktır.
Aylarca Elif Şafak’ın bu hatasına kızan biri çıkar mı diye bekledim ama bir şeylere kızmak her zaman olduğu gibi yine bana düştü.
Jack London’ın “Martın Eden” romanı; aşkın bir erkeği nasıl sildiğini çok güzel anlatır. Kadınlar sadakat ister. Sadakat da bir insanı ulvi duygular altında alkışlayıp başının üstünden konfetiler dökerken esir etmenin en güzel yöntemlerinden biridir. Ölene kadar evlilik gemisinde yolculuk eden kadın ve erkeğin birbirine sadakati, insanları görünmez zincirlerle bağlayan en güçlü zincirdir.
Kadınların sevgi, şefkat, sadakat adı altında uyguladıkları şiddet, işin içine psikolojik yıkımı da soktuğu için daha sert olur. Bir kişiyi döverek değiştirmeye çalıştığınızda en azından yarasından damlayan kanla dış dünyaya birazcık akmış olur, lakin sevginin şiddetiyle dayak yiyen biri akacak mecra bulamaz.
Sevgi ve sadakati şiddetten ayıran onun isteklerini yumuşak uygulamasındadır. Dinler; tutkuyu, kini, ve hazzı hoş görmez çünkü saydıklarımız bastırılmış şiddetin estetize halidir ve bu haller modern insandan, modern dünyadan sürekli alkış alır.
Toplum; isteklerini, arzularını, kalıplarını üstümüze sıvayıp katmanlarımızın sayısını arttırdıkça kendimizden uzaklaşırız.
Modern insan; kendisinden uzaklaşmış, kendisini tanıyamayan, gelgitlerle dolu bir mekanizmadır.
Modern insanın marifetlerinden birisi sevgi adına kendisinden uzaklaşmasıdır. Uzaklaştıkça korkacak, dönüş yolunu kendisi bilemediği için yine başkalarına soracak ve ebediyen kaybolacaktır.
Modern insan kayboluştur. Ve kaybolduğunu söyleyemeyecek kadar kurnaz davranıp tetikte olacaktır.
Modern insan tetikteki titreyen parmaktır…
Kadın, elindeki erkeği sürekli başkalarıyla kıyaslayarak rekabete sürükler. Rekabet de dinlerin yasakladığı bir durumdur ama kadın bunu ister. İsteyecek bir şey bulamadığında ise “Ben artık niye dünyadan bir şey isteyemiyorum.” diyerek, mutsuzlaşıp “İstemeyi ister.” Cümle felsefi boyutuyla sakıncalıdır. Çünkü “istememeyi istemek de istemektir” ama bu, daha gelişmiş beyinlerin sorunsalı olabilir. Yani; sırra nail olmuş bir erkek beyni. Neden olmasın?
İtiraz ediyorum. Yıllarca bizi böyle cümlelerle kandırdılar. Gerçek akıl, gerçek gelişmişlik kılını kıpırdatmadan işlerini yoluna koymaktır ve bu mekanizma ancak ve ancak modern kadınlarda mevcuttur. Karşı koyanı üzerim…
Kadınlar güvenmek isterler. Ellerinin altındaki erkek tüm vasıflarıyla bir zekâ ve akıl küpü abidesi olacak ama sıra kendisine geldiğinde bütün külleri yutacak… Güvenilir, saf erkeklerin neden evde kaldıklarını sanırım anlamış oldunuz?
Aşk bize acı verirken, bu acıdan yine aşığın kurtarabileceğini bilmek sıratın en incelmiş yeridir.
Kadının tüm taleplerine karşı, erkek sadece ahlâk ister. Ahlâk toplumsal bir akittir. Hiçbir ahlâk kuralının telifi bir insana ait değildir. Kişisel ahlâk kuralı bulmuş bir insana rastlamadım!
Ahlâk bizi ötekiden, ötekini de berikiden korur…
Ahlâk; pisliklerimizin çürüdüğü bilinçaltı çöplüğüdür. Ahlâklı davranarak kokuyu dışarı çıkarmadan kendi içimizde boğarız. Terk edilmekten, aşağılanmaktan, aldatılmaktan, sevilmemekten korkan erkek, kadından ahlâklı olmasını şart koyarken hayatını garantiye alır… Bütün ahlâksız işlere bulaşırken, korumaya çalıştığı eşinin ahlâkıdır.
Şiddetimizi ahlâk torbasında saklarız.
Ahlâk faşisttir. Herkesi aynı şeyi istemeye, aynı şeyden nefret etmeye zorlayıp tek düze bir yapı kurar. İki şey birbirine tıpatıp benziyorsa, bir zaman sonra aralarında nefret yeşerir. Ahlâk, nefretle yaşayıp sürekli gülümser bir ifadeyle dolaşmaktır. ”Kuzu postu giydirilmiş kurt ” sanırım anlatacaklarımı özetliyor.
Ahlak; güven, sadakat bizi birbirimize mahkûm kılar. Bu üçgenin her ucu da keskindir. Modern insan üç kenarın da etrafında yara almadan dolaşıp kendi olmayı becerebilmelidir!
Ahlâk; dini, insani ve vicdani kuralların soyut adıdır. Ne zaman ki bunları istikamet sahibi biri olarak sürekli uygulamaya başlarsak erdem sahibi oluruz. İşte erdem, ahlakın sürekli ve somut adımıdır.
Allah, son nefesimize kadar bizlere erdem sahibi olmayı nasip etsin.
Allah’ın indirdiği bütün dinleri milyonlarca insan, milyonlarca eli kalem tutan adam taşa tuttular ama “Kadın Dini”ne kimse zarar vermedi. Ne kadar güzel değil mi?
Erkeklerin yakayı nerelerinden ele verdikleri anlaşılıyor ama biraz yorulmak gerekiyor sanırım. Tabii erkek kaldıysa!