![](resimler/makale/buyuk/353_040520200123_823223439.jpg)
Konferansları ilgiyle takip edilen, engin bilgileriyle dinleyenleri mest eden, Ankara İlahiyat’tan Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’nu misafir edeceğiz her ay. Editörümüz Süleyman Ragıp Yazıcılar ile aralarında geçen kısa mesajlaşmaları, otantik bir şekilde, kendi kullandığı latifeli tabirleri ve İngilizce kelimeleri de değiştirmeden, sizlerle paylaşacağız. Hayırlara vesile olmasını dileriz.
Taha Sûresi 41. ayette “Vastena’tuke li nefsi” buyruluyor. Yani mealen, “Seni kendim için seçtim” deniyor. Rabbimiz burada neyi kastediyor, nasıl anlamak lazım bu ifadeyi Ethem Hocam?
A short brief meaning / Kısa ve özlü bir yorum: Seni zatım için özel seçtim ey Musa. Yani sıfatta öznelleşen değil, zatta öznelleşen ve zati muhabbete mazhar olan Hz. Musa Aleyhisselam. Bu kemalâtın en zirve noktasıdır. Huuu da hu, fihi’de ma fihi olmak demektir evladım.
Yine bu ayete göre sevginin kaynağının Allah olduğu anlaşılıyor ki bu noktada biz sevginin kesbi değil, tamamen vehbi olduğunu görürüz. Sane’a fiilinin ayette ifti’al babında kullanıldığını dikkate alırsak Allah bir kulu zati zirve sevgisine ulaştırmak için onu es-Sani’ ismiyle yapılandırdığını anlarız.
Peki hocam, Âl-i İmran Sûresi’nde geçen, “Veyuhazzirukumu(A)llâhu nefseh(u)” yani “Allah sizi kendisine, kendi zatına karşı gelmekten sakındırıyor” ifadesini nasıl anlamak gerekiyor?
Havf-i zati anlatılıyor. Havf sufi tarafından öznelleştirilirse havf nesnel olmaz. Sufinin bizzat kendisi havf olur. Havf kemalatının bu zirvesine ulaşan kamiller havf, heybet ve rahbetle ilgili esmaları tasarruf gücüne sahip olur. (Detaylar için bkz. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Sözlüğü, İsti’mal-i esmaullah)
Allah isminden sonra Rabb ismi mi en yüce isim? Fatiha’da Allah isminden sonra Rabb ismi geliyor. Kasas Suresi’nde de “Ben Allah’ım, Alemlerin Rabbi” buyrulmuştu. İki ayette de öncelik ve sonralık aynı gibi. Ne buyurursunuz?
Kesin olarak Er Rahman ismi şerifi.
Peygamber Efendimiz (sav) Kur’ân’ı Kerim’i sesli olarak kendi tilavet etmeyi mi yoksa başkalarından dinlemeyi mi daha çok tercih ederdi?
Gece kendini, gündüz başkasını dinlemeyi severdi. Gündüz farzları sessiz, gece farzlarının sesli olması buna delildir.
Hocam, Erich Fromm doyurulmamış sevme içgüdüsü nefrete dönüşür diyor. Bu manada tasavvufun benzer bir yorumu var mı?
Tilki ulaşamadığı üzüme, “Zaten o üzümler hamdı” dermiş. Ruhun Allah’ı yeterince sevmesi onu fena merhalesine götürür. Yani Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak... Aşk gelince cümle noksan tamam olur diyor Yunus Emre Hazretleri. Aşksız insan hayvan olur, yıkıcı olur, noksan ve ham olur. Aşk ile vuslat ve fena makamına ulaşamayan kişi ruhi ve nefsî olarak emmarelerde dolaşır. Bu da nefretten daha aşağı yıkıcı bir arkeyle alakalı keyfiyet olsa gerektir.
Şeytan yaptığı hatayı dahi Allah’a izafe etmişti, bir nevi “Beni sen azdırdın” demişti. Sonra da cennetten kovuldu, kıyamete kadar da ruhsatlı oldu. Kendi iddiasını ispatlama derdinde yaşıyor hâlâ. Şeytanın o ilk isyanındaki ve ardından gelen savunmasındaki düştüğü çukurun tam ismi nedir sizce? Nasıl anlamlandırmak lazım şu zamanın perspektifi ile?
Nefsin Rablik davası. Bu dava ruhta yok. Nefs, bu dünyaya ait ve ölücü, kendindeki noksana aşık. O da Rablik. İbn Arabi (k.s.) der ki: Kişi noksanına aşıktır. Şeytan Adem’e nefsinin o yönünü gösterdi. “Şeceretul huld” yani ebedilik. Ve “Mulkin la yebla” yani tükenmeyen güc. (Bkz: Taha Sûresi, 120. ayet) Nefsin ana kurgusu bu iki temele dayanır ve koskoca Kur’ân yarısı iman yarısı bu özelliğimizi terbiye için şeriat üzere yapılandırılmıştır. Ruhumuz Allah’tan geldiği için nefsin bu ihtiyaçları onda yoktur. Lenin’in, Ebu Cehil’in ruhları bile mümin ve müslimdi. Ama nefsleri kafirdi. Kur’ân şeriat operasyonel dinamiği bu yüzden nefs üzerine kurgulanmıştır. Kafir nefsin ruhun rengine bürünmesi... Bu da şeriatladır. Nefissiz çocuklar ölünce, bu yüzden direkt cennete “enter olur” (dahil olur) vesselam. Huu..