Din; namazını kılıp, zikrini çeken ve sünnetle yaşayan mübareklerin elinden alınıp üniversiteye sokularak tımar edildi… Üniversite mezunu bir İslam`a bakınız, oradan kala kala küçük bir hukuk kitabı kaldı. Hatta öyle bir hukuk ki değiştirilmez maddeleri bile yok!
Batı ve onun kafasını taşıyan bizim akademisyenler; bir ateist kadar bile cesur olup Allah`ı “yok saymak” yerine dini; sosyolojinin, psikolojinin, felsefenin bir ürünü gibi kullanmaktan çekinmiyorlar.
İlahiyatçı bir kardeşim beddua etmemin kötülüğünü bana izah ederken şöyle dedi: “Abi beddua etme, beddua ettiğinde evrende ettiğin bedduanın görece hacmi kadar bir boşluk oluşuyor. Herkes bir bedduayla boşluk oluşturursa bir düşün…” Biliyorum, iyi niyetle söyledi bunları. Zaten bana kim ne kötülük yaptıysa iyi niyetiyle yaptı…
Ahir zaman bir dil oluşturdu ve o dilin kurbanıyız. “Cehennem ateşini direk ateş olarak algılamayın, direk yanmayacaksınız, psikolojik olarak bir sıkıntıdan veya başka acılardan bahsediliyor olabilir…” yorumları geziniyor ortalıkta. Ben diyorum ki: “Yarabbi, inşallah cehennem ateşi senin bahsettiğin ateştir, biliyoruz ki eğer o ateş bildiğimiz ateş değilse daha acayip, daha yakıcı bir şeydir. Yeni tatlar, yeni zulümler, bilmediğimiz cezalar istemiyoruz…” Dil oyunlarını görüyorsunuz değil mi? Sanki ateş, ateş olmayınca içleri rahatlayacak, nasıl bir algı, cahillik… Günahların cennetinden çıkıp cehennemin rahmetine sığınamayacak kadar korkaklar…
Dini yok sayıp ama insani ihtiyaçlar sıralamasında varlığına kanaat getiren Batı, onu entelektüel bir faaliyet alanı olarak kapitalizmin insafına bıraktı. Teolog kafalı ilahiyatçıların entelektüel lakırdıları arasında din “elden gidip ağızlara sakız oldu” diyebiliriz.
Onlar; namaz, abdest, ilmihal sorularıyla karşılaşınca aşağılandıklarına kanaat getirip bozuluyorlar. Kul hakkı mistik kaçarken patent ve noterin faydalarından dem vuruyorlar. Patentle bir insanı dünyada sıkıştırırsın, oysa kul hakkı hem bu dünya hem de ahiret için davanın uzatılmasıdır… Bu kadarını anlayamıyorlar mı?
Din; namazını kılıp, zikrini çeken ve sünnetle yaşayan mübareklerin elinden alınıp üniversiteye sokularak tımar edildi… Üniversite mezunu bir İslam`a bakınız, oradan kala kala küçük bir hukuk kitabı kaldı. Hatta öyle bir hukuk ki değiştirilmez maddeleri bile yok! İmkânı, laboratuarı olan istediği kadar kadavra üstünden çalışabilir. Zaten Hıristiyanlık Hz. İsa`nın kadavrası üzerinden yorumlandı. Bizler, “O ölmedi, göğe yükseltildi” dediğimizde problem çıkıyor…
“Şu günahtır.” diyoruz “Kime göre, hangi şartlarda?” benzeri sorular sorarak şeytana hizmet ediyorlar. Din, bakış açısı oldu… İlk paragrafta “Yok saymak” demiştim… Batı, Yok`u bile sayar… Bir şey yoksa nasıl sayabilirsiniz? Öyleyse ne yapılmaya çalışıldığını yeniden yorumlayalım: Yok`un sayılması felsefedir…
Hadislerin sayılması, uydurma hadislerin peşine düşülmesi ilahiyatçıları dedektife çevirdi… Onların “Uydurma Hadis” dediği hadislere bakınca aslında ne mal oldukları anlaşılacaktır. Uydurma Hadis: Nefislerinin işine gelmediği ve ilahiyatçıların modernize edemediği, bilimin ışığında açıklanmayan hadislerdir. Nefsimize uyduramadığımız hadislere “UYDURMA HADİS” diyoruz…
İslâmcılık, dini bir zeka oyunu haline getirdi. Herhangi bir ilahiyatçı veya İslâmcı Davut Orucu`nu bulunca “Bakın, Davut Orucu varmış” diyerek onu tutmuyor ama hemen Davut Orucu hakkında kötü bir makale yazarak CV`sini besliyor. Amel defterleri pırıl pırıl tertemiz adamların CV`leri ne kadar kalabalık değil mi?
İslâmcı ve ilahiyatçılar Kuran`ın sûre ve ayet sayılarına kafayı takar, İslami mimariyi, müziğini, sarayını, hijyenini, psikolojisini, medeniyetini konuşmak, yazmak ister. Dahiliyecidir onlar. Estetik arayan gözleri sahabenin tozunu, toprağını, açlığını, kanını göremedi, yorumlayamadı. Bir müminin nabzının durduğu ve hızlandığı yerleri bilmez onlar, hatta bir İslâmcıya kalbini sorun, gösteremez. Kalbinin yerini gösteremez ya da kalbinin yerini dizüstü bilgisayarında arayacaktır bazıları… İslâmcı ve ilahiyatçılar İslam`ı sahabeye kadar hatırlayamazlar. İslâm denince Tanzimat ve 2. Meşrutiyet olur milatları…
Örneğin; faiz Kuran`da haramdır… Şimdi sesini kesip direk parasını faize yatıran adama Allah acıyabilir belki ama faizin en korkunç yanı parayı yatırmadan evvel ve yatırdıktan sonraki konuşmalarımız oldu… İşte, Müslüman buradan kayıp gitti, bu dili bize İslâmcılar ve ilahiyatçılar öğretti!
Bizim ilahiyatçılar Hz. Eyüp`ün tıbbi olarak hastalığına taktılar, araştırdılar, teşhis koydular fakat bir tanesi bile Hz. Eyüp`ün neden hasta olup da şifa dağıtabildiğini soramadı, cevaplayamadı? Hani “Allah ile kul arasına girilmez.” diyorsunuz ya? Bunun cevabı: Allah ile kul arasındaki Allah dostlarında… Demek ki neymiş? Allah ile kul arasına Allah dostları giriyormuş…
Her şey diplomayla olmuyor? Madem ilahiyatçısınız, diplomanız var öyleyse dualarınız tutsun… Bakın, okuma yazma bilmeyen bazı adamların bedduası tutuyor, hadi sizin de duanız tutsun, işte meydan…
Kapitalist ve dünyevi düşündükleri için dünyayla aralarındaki engelleri Allah`ı tenzih ederek namaz kılan sosyologlara dönüştüler. Gündelik dini terminolojilerinde şeytan, nefs, namaz, abdest yok ama ayet ve sure sayısı, uydurma hadis, semitizm, fundalmentalizm gibi kavramlar var… Şimdilik bir şeyleri yok sayıyorlar lakin gün gelecek “Yokları da sayacaklar” merak etmeyin…
Onlar sosyolog oldular, filozof olacaklar, biz dinimizi dedelerimizden öğrenir sakalı kendimiz bırakırız, sıkmayın canınızı, Allah büyüktür…
Televizyonda gördüğümüz kadar bir de camide görebilsek mübarekleri şad olacağız vallahi... Yalnız; prime time namazlarında değil sabah namazlarında…