Bu coğrafyada hayli uzun bir zamandır birçok olumlu değişme ve gelişme Batı’nın hizaya çekmesiyle gerçekleşiyor maalesef. Ne zaman ki acı gerçeklerle yüzleşmek yerine hayal dünyasına sığınmaktan vazgeçer, o gerçeklerle mücadele etme yolunu seçeriz; o zaman bu zilletten kurtulma şansımız olur. Yoksa daha çok realite duvarına çarpar da yere çakılırız.
Futbolda transfer mevsimi geldi ama tabir yerindeyse yaprak kımıldamıyor. Hâlbuki geçtiğimiz yıllar bugünlerde transfer dedikoduları havada uçuşur, gazetelerin spor sayfaları dünyanın en ünlü futbolcularına varıncaya kadar birçok yıldızı Türkiye’ye getirir, insanlar inansın inanmasın bu haberleri çılgınca okur, haberlerin gerçek olup olmadığı çok da önemli değildi. Yine geçtiğimiz yıllarda bir sosyolog şöyle açıklamıştı bu garip durumu: Taraftar o futbolcuyu kendi takımına yakıştırıyor, bu haberin çıkmış olması bile ona yetiyor. O yüzden alıp okuyor, gerçeklik payıyla ilgilenmiyor.
Akıl alır gibi değil. Nasıl oluyor da sorsanız hepsi kendini aklı başında biri olarak tanımlayacak insanlar bu derece realiteden kopabiliyorlar? Neden kulüplerinin yöneticilerinden “iyi güzel de bu futbolcuyu nasıl alacaksınız? Parasını nereden ödeyeceksiniz? Ödeyemediğiniz takdirde kulüp zor durumda kalmayacak mı?” gibi bir mantıkla sorgulamıyorlar? Hayır. Çünkü:
Birincisi, biz Doğu toplumuyuz. Batı karşısında asırlardır devam eden ağır bir mağlubiyet duygusu hâkim. Bu gerçek de değişmiyor ve uzun süre de değişeceğe benzemiyor. O halde bu acı gerçekle her gün yüzleşip duracağımıza, ara sıra hayal dünyasına sığınıp bir parça ferahlamakta (!) bir mahzur görülmüyor. Tabii bu bilinçli bir eylem değil. Farkında olmaksızın cereyan ediyor.
İkincisi, ne kadar çılgınca harcama yaparsa yapsın bugüne kadar bu ülkede hiçbir büyük kulübün battığına kimse şahit olmadı. Her nasıl oluyorsa oluyor, ne kadar zor duruma düşerse düşsün “bir şekilde” o kulüp ya da kulüpler görünmeyen eller tarafından kuyudan çekilip çıkarılıyor. Sonra? Sonra yine aynı.
Hayal dünyasında yaşamak tatlıdır, rehavet vericidir ama içinde fazla kalırsanız realite duvarına toslayıp yere çakılmak gibi ciddi bir riski vardır. Son Avrupa Futbol Şampiyonası Türkiye Milli Takımı özelinde bu çakılmaya son derece çarpıcı bir örneğe sahne oldu. Teknik adamı başta olmak üzere dünyanın en çok kazananları listesinde üst sıralarda yer alan Millilerimiz, turnuvada büyük bir hüsran yaşadılar ve bütün ülkeye aynısını yaşattılar. Gelen eleştirilere de ağır derecede patolojik reaksiyonlar gösterdiler.
Ancak gelin görün ki Türkiye Milli Takımı’ndan çok daha mütevazi imkânlarla turnuvaya katılan bazı ülkelerin takımları çok daha başarılı olmuşlar, herkesin takdirini kazanmışlardı. Üstelik Türkiye’den daha zengin bazı ülkelerin de teknik adamı ve futbolcularının maçlardan ücret dahi almadıkları ortaya çıkmıştı. Yani deyimin tam anlamıyla takke düşmüş, kel görünmüştü.
Pekâlâ, bundan sonra ne olacak? Bunun cevabı, büyük patronun Türkiye’de bazı kulüplere getirdiği ceza ve kısıtlamalarda yatıyor. Bilindiği üzere UEFA bazı kriterler koydu, bu kriterlere uymayan kulüplere müeyyideler uyguluyor. Bütçe ve transfer kısıtlamasından başlıyor, kupalara katılamamakla devam ediyor, ihraca kadar gidiyor.
Henüz ihraçlık bir durum yok, ancak dediğimiz gibi bazı kulüplere diğer cezalardan kesildi. İşte yazının başında sözünü ettiğimiz durgunluğun esas sebebi budur. Yani UEFA’nın sopası…
Bu coğrafyada hayli uzun bir zamandır birçok olumlu değişme ve gelişme Batı’nın hizaya çekmesiyle gerçekleşiyor maalesef. Ne zaman ki acı gerçeklerle yüzleşmek yerine hayal dünyasına sığınmaktan vazgeçer, o gerçeklerle mücadele etme yolunu seçeriz; o zaman bu zilletten kurtulma şansımız olur. Yoksa daha çok realite duvarına çarpar da yere çakılırız.