
Barış, dostluk ve kardeşlik tesis etmek ve buna sporu vesile kılmak istiyorsanız, insanların zihin dünyasında gerçek anlamıyla spor olarak yer alan branş ya da branşlarla bunu denemelisiniz.
Malumunuz Euro 2016 devam ediyor, bizim Milli Takım da orada mücadele veriyor. Bu yazıyı kaleme aldığımız tarihlerde henüz turnuvanın başlarıydı, dolayısıyla sizler okuduğunuz zaman bizimkiler ne durumda olacak bilemiyoruz. Akıbet 2008’deki gibi de olabilir 1996’daki gibi de. Biz zaten sonuçla değil başka şeylerle ilgileneceğiz.
Milli Takım ne zaman uluslararası platformda mücadele edecek olsa başta medya organları olmak üzere bütün ülkede, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve dış temsilciliklerde son derece köpüklü bir şovenizm dalgası kendini gösterir. Yıllar akıp gider, köprülerin altından bir dünya su akar ama bu değişmez.
Yaklaşık 40 yıl önce Türkiye Milli Takımı Avusturya deplasmanına gidiyordu, yenersek Dünya Kupası’na gitme şansımız yükselecekti. O zaman şimdiki kadar fazla medya organı yok. Televizyon namına sadece siyah beyaz yayın yapan bir TRT, bir de gazeteler. O günlerin yayınlarından sosyolojik bir çalışma yapılsa yeridir. Milli futbolculara yeniçeri kıyafetleri giydirip boy boy fotoğraflarını basmalar, 3. Viyana Kuşatması haykırışları, daha neler neler…
Hani “Spor barış, dostluk, kardeşliktir” diye bir söz var ya… Söz konusu spor dalı her neyse, onu sadece spor amacıyla yapıyorsanız bu söz sonuna kadar doğru. Ancak spor dalı sizin için daha farklı anlamlar ifade ediyorsa hiç de öyle olmuyor.
Geçenlerde çocukların katıldığı bir etkinlikteyiz. Bu çocuklar önce sandalye kapmaca, halat çekme, çuval yarışı gibi oyunlar oynadılar, hem kendileri eğlendiler hem de kenarda seyreden büyüklerine keyifli vakit geçirttiler. Hâttâ sandalye kapma oyununda aynı sandalyeye hamle yapan iki kardeşten büyüğü galip gelince, hemen kalkıp yerini kardeşine verdi ve kenarda alkışlayanlara duygulu anlar yaşattı.
Ancak gel gelelim, sıra futbol maçına gelince işler değişti. Gerginlikler, hır gürler baş gösterdi. Çünkü asla sadece futbol olmayan futbol, bizim için tarihin bir yerinde başlamış ama bir türlü bitiremediğimiz bir savaştan başka bir şey değildi. Büyük şehirlerde hemşehri derneklerinin düzenlediği futbol turnuvalarında aynı köyün ya da ilçenin insanlarının oynadığı maçların genellikle karakolda bitmesinin de sebebi buydu, hesapta ter atmak ve eğlenmek için oynanan halı saha maçlarının kavga kıyamete sahne olmasının da. Güya tanışıp kaynaşmak, dostluğu pekiştirmek için düzenlenir o turnuvalar. Ama yok işte, söz konusu futbol maçı olunca kimse babasını tanımıyor.
O halde; barış, dostluk ve kardeşlik tesis etmek ve buna sporu vesile kılmak istiyorsanız, insanların zihin dünyasında gerçek anlamıyla spor olarak yer alan branş ya da branşlarla bunu denemelisiniz.
Milli Takım ile açtık, yine onunla kapatalım. Futbolun bizim toplum için bir tür savaş olduğunu söylemiştik. Bu savaşta da mecburen ve kanınızın son damlasına kadar Milli Takım’ın yanında olmanız gerekiyor tabii. Aksi takdirde vatana ihanetle bile suçlanabilirsiniz. Hâlbuki işler pek de 3. Viyana Kuşatması (!) günlerinde olduğu gibi değil. Türkiye’de adaletli bir futbol ortamı bulunmadığına inanan büyükçe bir kesim var ve bu kesim Milli Takım’ın da bu adaletsiz ortamın bir uzantısı olduğunu düşünüyor, destek konusunda pek de istekli davranmıyor.
Bu durum birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyacımız olduğu böylesi günlerde vatanın bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını tehlikeye atar mı? Rahat olun, hiçbir şey olmaz. Nasıl ki Milli Takım etrafında kenetlendiğimiz günler ne futbolumuza ne de toplumun birliğine herhangi bir fayda sağladı, Milli Takım etrafından dağılıyor olmamızın da bir zararı dokunmaz. Belki futbolu sadece oyun seviyesine indiririz de daha iyi oynar, daha başarılı oluruz.